BAŞÖRTÜLÜ VAR MI DİYE OKULLARI DENETLİYORDU
Uysal, normalde eğitim fakültesi mezunu olmadığını, o
dönemde formasyon eğitimi aldıktan sonra 1997 yılında Kırıkkale'nin Keskin
ilçesinde bir köy okuluna tayininin çıktığını anlattı.Çelebi ilçesinde birkaç
ay çalıştıktan sonra Yıldırım Beyazıt Ortaokulunda görev yaparken stajının
kalktığını dile getiren Uysal, şunları belirtti: "Bir gün okula gittim ve
derse girdim. Baktım öğrenci sınıf defterini vermedi bana. 'Ne yapıyorsun?'
dedim, 'Hocam, defterin kabı yıpranmış onu kaplayayım, ondan sonra vereyim.'
dedi. O dönemde hiç üzerlerine vazife olmadığı halde askerler okulları
denetliyordu. O sırada okul müdürü, öğrenciyle, 'Askerler denetime gelecek,
öğretmeniniz hemen gitsin.' diye haber gönderdi. Ben de hemen defteri
imzalamadan çıktım. İmzalasaydım orada olduğum belgelenmiş olacaktı. Demek istediğim,
askerler başörtülü var mı diye okulları denetliyordu."
BAŞÖRTÜSÜNDEN DOLAYI ATILMAMIZ ZATEN MEŞRU BİR ŞEY DEĞİL
Ülkü Uysal, bu süreçte bel fıtığından ameliyat edildiğini,
sonra yeniden göreve döndüğünü anlatarak, Keskin ilçesinde Gazi İlkokulunda
çalıştığını belirtti.O dönemde de sıkıntılı bir sürecin yaşandığını ve
müfettişlerin sürekli okula geldiğini anlatan Uysal, şöyle devam
etti:"Başörtülü olduğumdan dolayı sürekli ikazda bulunuyorlardı hatta maaş
kesimi aldım, sonra affa uğradı. Bir yıl burada çalıştıktan sonra Keskin
Kurşunkaya İlkokulunda göreve başladım. Normalde yılda bir kez müfettiş ya
gelirmiş ya gelmezmiş. Başörtüsünden dolayı atılmamız zaten meşru bir şey
değil. O yüzden bizle hiç alakası olmayan suçlar isnat edildi. Bizden önceki
öğretmenin kaldığı lojmanın kiremitlerinin üzerine koyduğu taşlar öğrencilerin
üzerine düşermiş, niye biz onları orada tutmuşuz. Bir keresinde köy halkı
okulun boyasını, biz de okulun temizliğini yapıyorduk. Haliyle okulun eşyaları
dışarıdaydı. Bana isnat edilen suçlardan biri de buydu. Okul dağınık vaziyette
olduğu için ben eğitim ve öğretime engel olmuşum. Daha sonra derslerde terör
propagandası yapmak gibi suçlar da eklemişler. Hiç mesnetsiz suçlamalar.
Müfettişler geldiğinde perukluydum, ona rağmen başörtülü olduğumu bildikleri
için bunu yaptılar."O süreçte amaçlananın dindar ve muhafazakar insanları
tamamen kamusal alandan çıkarmak olduğunu söyleyen Uysal, şu değerlendirmede
bulundu: "Bunları yaşarken 1999 yılında görevden atıldım. Halkın yüzde
60'ı, 70'i bizimle aynı görüşteydi ama insanlar, 'Sen haklısın.' demeye bile
korkuyorlardı. 28 Şubat'ın silahı makineli tüfekler, panzerler değildi. 28
Şubat'ın silahı tamamen medyaydı. Tamamen medyayı kullanarak insanlarda algı
operasyonu yaratmaya başlanmıştı. Ülkenin belli bir azınlığı veya askerler
istiyor diye biz inancımızdan niye taviz vereceğiz? Üstelik biz öğretmendik.
Çocuklara, 'Siz inandığınız yolda devam edin, inanmışsanız size engel olacak
hiçbir şeyin önemi yok.' deyip de okulun bahçesinde, sınıfta başımızı açmak
ikilem değil miydi? Bize bunu yaşattılar. Birçok arkadaş psikolojik destek
gördü. Sürekli teftişe geldiklerinde, 'Eşiniz nerede, Milli Eğitim'de mi?' diye
soruyorlardı. Eğer Milli Eğitim'deyse ona da mobbing uygulayıp, belki ona da
aynısını yapacaklardı. Çocuklarınız büyüyünce askeri okullara falan gidemez
diye bir sürü şey. Müfettişler genellikle iyi polis, kötü polis durumundalardı.
Biri ikna etmeye çalışırken diğeri de psikolojik olarak etkili olmaya
çalışıyordu."
28 ŞUBAT DÖNEMİNDE YALNIZ KALDIK
Uysal, o dönemde meslekten ihraç edilen bir arkadaşı ve
üniversitede çalışan eşinin haftalarca çocuklarına "İşe gidiyoruz"
diyerek evden çıkmak zorunda kaldıklarını dile getirdi.İkisinin de ailesinin
maddi durumunun iyi olmadığını belirten Uysal, "Destekleyecek durumda
değillerdi. 28 Şubat döneminde insanlara bunları yaşattılar. 28 Şubat döneminde
yalnız kaldık. Başlarını açıp memurluğa devam eden arkadaşlar ayrı bir
psikolojik sıkıntı yaşadı, görevden atılan arkadaşlar ayrı bir sıkıntı yaşadı.
İnsanlar haklı olduklarını bildikleri halde haklarını müdafaa
edemiyorlar." ifadelerini kullandı.Hiçbir şekilde seslerini
duyuramadıklarını ifade eden Uysal, "2007 yılında yeniden göreve döndüm
ancak bu zulüm tamamen bitti diyemem. Bir süre daha başörtüsü üzerine peruk
takarak derslere girdik. O dönemde ders verdiğim sınıftan İstiklal Marşı hariç
dışarı çıkamadım uzun bir süre hatta İstiklal Marşı'na katıldığım için İl Milli
Eğitim Müdürü çağırıp, 'Ben her ay rapor veriyorum, hiçbir şey yoktu. Bu ay
yüzünüzden böyle rapor vermek zorunda kaldım.' diye ikaz etmişti."
dedi.Ülkü Uysal, o dönemde insanların laik-antilaik diye gruplaştırıldığını
anlatarak, şunları kaydetti:"Şu anda gayet güzel. Arkadaşlarımız
başörtülüymüş, açıkmış hiçbir önemi yok. Başörtülü olmak insanın iyi veya kötü
olduğunu göstermez. Bu, Allah'ın bir emrini yerine getirmeye çalıştığı anlamına
gelir. Şu anda iş arkadaşlarımız arasında hiçbir ayrım yok. Onlardan da bu
konuda ayrım görmüyoruz. Demek ki insanların başörtülü veya açık olması, sınıflandırılmaları
çok da önemli bir şey değilmiş. Şu anki nesle bunu anlattığımız zaman sanki
masalmış, böyle şeyler olmazmış gibi dinliyorlar. Kendi çocuklarım da öyle.
Görevden atıldıktan sonra yıllarca siyah 'resmi hizmete mahsustur' yazan
araçları gördükçe irkildim. Hiçbir şey onları telafi edemez, onlar insanların
geçmişinde kara bir leke olarak ne yazık ki kalacak."