Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Kimsenin dini inancı, hangi dine inandığı veya dine inanların inandıkları dine ne kadar ibadet edip, dinin gereğini yaptığı beni çok ilgilendirmiyor.
Bu demek değildir ki Müslüman kardeşlerimle olmak beni mutlu etmiyor. Asla. Ben kardeşlerim ile olmak, onlarla sohbet edip, istişare etmekten, onlarla zaman geçirmekten son derece mutluyum.
Benim ifade ettiğim herkesin kendisi ile iç hesaplaşması sonucunda kimin neye inandığına müdahale edip, inancını sorgulamanın yanlışlığıdır. Yani beni o kısmı ilgilendirmiyor dedim.
Etrafımda dini inancı kuvvetli olanların olması, onların huşu içerisinde ibadetlerini görmek bana değer katıyor. Yapmaya gayret ettiğim ibadetlere daha dikkat etmemi sağlıyor.
İbadet ederken aklımıza gelen bin bir türlü vesvese ile aslında ne kadar tat aldığımız tartışılır durumdadır.
Peygamberimizin damadı ve dava arkadaşı Hz. Ali’nin bir savaşta ayağının topuk kısmına ok saplanıyor. Oku çıkarmak için hekimler bayıltıcı ot verip bayıltmak gerek dediklerinde “az bekleyin namaz vakti gelsin, namaz kılmaya başladığımda çıkarın” diyor.
Vakit gelip Hz Ali Namaza başladığında oku çıkarıp pansuman ediyorlar. Hz Ali bunu hissetmiyor bile. Çünkü öyle bir namaz kılıyor ki dış etkenler onun için sinek ısırması bile değil.
Bunu abartı görmek veya “nasıl ya, hissetmemiş mi? Olmaz böyle bir şey” demek için psikolojiyi, imanı, itikati ve üstüne inanmışlığın derecesini bilememiz gerekir.
İşte işi böyle yapmak, ibadeti böyle yerine getirmek gerekir.
Ancak öyle miyiz?
Keşke olsak ama ben kendi payıma söylüyorum değilim.
Namaza başlayınca aklımıza olmadık şeyler geliyor. Hatta öyle şeyler ki sair zamanlarda aklının yanına ulaşmayacak konular çat diye aklında.
Araştırdım neden böyle diye. Hocamın biri “meyveli ağaç taşlanır, deme ki iyi yoldasın” dedi. “şeytan uğraşıyor seninle, sende düzelme görüyor ki yolundan alıkoymak için uğraşıyor, at içinden vesveseleri ve titre kılarken namazı” dedi. Bende öyle yapıyorum ama hala uğraşıyor kör şeytan.
Ekranların sevilen yüzü hocanın biri güzel söyledi. Araplar dedi maalesef ibadetlerini kaşınmak için yapıyorlar. Türkler ise düşünmek için yapıyor. Nerede dedi o ibadeti ibadet gibi yapanlar. Yok denecek kadar az dedi. Doğru. Ben üzerime alındım valla, düşünüp duruyorum ibadetimde. Hele cemaat ile namaz kılıyorsam işlem temelli tamam. İmam nasıl olsa okuyor düşüncesi ile derinlere dalıp gidiyoruz ve toparlanması güç oluyor.
Sözün özü diyecek olursak, içimizden kırk tilkiyi geçirirken nasıl kuyruklarının birbirine değmediğine şaşıralım Hz Ali’nin ayağından oku nasıl çıkardığına şaşıracağımıza.
İbadette samimiyet, yaptığımız her işteki samimiyetimizin üzerindedir. İnsanları günlük olaylarda kandırabiliriz. Peki, bırak yaptıklarını içinden geçenleri bile eksiksiz bileni ne yapacağız. Rabbim yaradana layığı ile kul olmayı nasip etsin.
Selam ve dua ile…
Bu yazıyı paylaş
Sayfayı yazdır
YORUMLAR
Alıntı - 12-04-2012 - 16:06
Hâtem-i Zâhid (ks)hazretleri Âsım ibn-i Yûsuf hazretlerinin yanına geldiğinde
Âsım (kuddise sırruh) ona sordu:
-Ey Hâtem namaz kılmayı güzel becerebiliyor musun?
O da 'Evet'deyince, Âsım (ks):
-Peki, nasıl kılıyorsun? diye sordu Hâtem-i Zâhid hazretleri başladı anlatmaya:
-Namaz vakti yaklaştığında abdestimi sünnet üzere tazeliyorum ve
namaz kılacağım yere dikiliyorum Tâ ki her uzvum yerleşiyor
Sonra Kâbe'yi iki kaşımın arasında, Makâm-ı ibrahimi göğsümün hizasında,
Allah Teâlâ'yı mekândan münezzeh (pâk ve uzak) olduğu halde başımda hâzır
ve kalbimdeki her şeyi bilir halde görüyorum
Sanki ayağım sırat köprüsünün üzerinde; cennet sağımda,
cehennem solumda, ölüm meleğini de arkamda hissediyorum
ve kılacağım namazın son namazım olduğunu düşünüyorum
Sonra ihsan ile (Mevlâ'yı görür gibi) iftitah tekbirini alıyorum,
tefekkürle okuyorum, tevâzû ile rükûa eğiliyorum,
tazarrû ile secdeye kapanıyorum
Sonra tamamıyla oturuyor, ümitle teşehhütte bulunuyor
ve sünnet üzere selâm veriyorum
Sonra da o namazı ihlâsa teslim ediyor, korkuyla ümit arasında
kalkıyorum ve bu hâl üzere sabra devam ediyorum
Bunu duyan Âsam hazretleri:
-Ey Hâtem!Senin namazın böylemi? diye sordu O da:
- Evet otuz senedir böyle namaz kılıyorum! deyince
Âsım hazretleri ağlayarak şunları söyledi:
-Ben daha bu zamana kadar hiç böyle bir namaz kılamadım!
Alinti
ALLAh cc bizleri namazlarini dosdoğru kılan muminlerden eylesinamin
kayserili - 11-04-2012 - 23:31
Amin!
SEVGİYLE SEVGİLİYE İBADET - 11-04-2012 - 09:21
dünyalık arzu ve ihtiraslarının esiri olan azgın nefse bu durumu anlatmak, onu Allah Tealâ’ya gereği gibi itaat etmesi hususunda ikna etmek hayli çetin bir iştir. Zira o sanki başını toprağa gömmüş, heva ve hevesine neredeyse tapacak kadar düşkünleşmiş ve ahmaklaşmıştır. Onun gerçeği görmesini beklemek, ağustos sıcağında kar yağmasını beklemek olur.
Mademki nefs hakikate böyle göz yumup kulak tıkamaktadır, o halde ilâhi tecellilerin yeri olan kalbe yönelerek onu nefsin elinden kurtarmak, arındırmaya çalışmak lazımdır. Kalp nefsin tozundan toprağından temizlendiğinde, nefse söz geçirmek mümkün hale gelir. Bir başka ifadeyle, kalp teslim alınırsa, tasavvuf erbabının söylediği gibi nefs mecazi anlamda ölür.
Nefsin ölmesi demek onun ortadan kalkması değildir; tezkiye olması, yani hor ve hakir görülen kötü sıfatlarından arınıp, övülen ve istenilen sıfatlarla donanmasıdır. Gavs-ı Hizanî k.s. Hazretleri şöyle buyurmuştur: “Nefsin ölümü ve öldürülmesi, ilâhi emirlere boyun eğerek sıfatlarının değişmesinden ibarettir.” (Minah)
Kur’an-ı Kerim’de de “Gerçek kurtuluş bulmuştur onu temizleyip parlatan, ziyan etmiştir onu kirleten ve gömen…” (Şems, 9-10) diye nefsin arındırılmasına işaret buyrulur.
Bütün bunlar büyük nimetlerdir ve büyük nimetler her zaman büyük külfetlerden sonra elde edilir. Dünyevî bir aşk için onlarca zorluğa katlanan insanın, aşkların en büyüğü olan Allah aşkına ermek adına bu kadar külfeti göze alması çok değildir
Sitemizden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tüm hakları saklıdır. 2010 - Tasarım ve kodlama :kergisi