Bazen
yazılarımızda bir konuya bağlı kalmanın yani bazı konularda radikal olmanın
insanı yanlışa düşürebileceğini, fikrimiz olmasını, fikrimizde ve
eylemlerimizde tutarlı olmanın erdemliliğinden ama çok sabitliliğin de hata
olduğunu yazdık.
Ancak bazı konular var ki bizim onu
yaparken kelimenin en hafifi ile bağımlısı olduğumuzu gösteriyor. Özellikle
teknolojiyi kullanırken tamda benim bu dediğim konu yani bağımlılık konusu
ortaya çıkıyor.
Hele bir cep telefonu ve internet
olayı var ki gerçekten evlere şenlik. Elimizden beş dakika alsalar sanki hayat
damarlarımızdan birini kesmişler gibi geliyor.
Bu konuda Ö. Öztür isimli değerli
bir yazar şöyle diyor. Cep
telefonları ve internet son 15 senede hayatın içine giren ve dünyanın tabiri
caizse yeniden kurulmasına neden olan iki büyük icat. İnternet ilk
yaygınlaşmaya başladığında 14.4 kilobyte indirme hızlarından bugün saniyede 8
megabyte’ların rutin olduğu bir dünyaya ulaştık, yani evinden internet kullanan
birisi bugün 500 kat daha hızlı internet kullanıyor. 1997 yılında bir arkadaşımızın uzun
süre para biriktirerek aldığı cep telefonu ayakkabılarımın büyüklüğüne yakındı
(44 numara!) ve sadece mesaj gönderip, şansınız varsa konuşabiliyordunuz.
Cep
telefonlarının sadece büyüklükleri değil, teknik özellikleri de baş döndürücü
bir hızla gelişirken, bir yandan da ulaşılabilirliklerinin artması, her sosyal
gruptan ve yaştan insanların cep telefonu sahibi olmasını da sağladı. Türkiye
‘de 2000 yılında 8 milyon olan cep telefonu aboneliği, bugün 70 milyonlara
dayanmış durumda. Dolayısıyla artık tanıştığımız kişiye cep telefonunun var
olup olmadığını sorduğumuz yıllar çoktan geride kaldı.
Teknolojiyi
kullanırken bazen abartıyoruz gibi geliyor. Elbette en iyisini en yenisini
kullanacağız ama bu kullanım abartı olmayacak. Hayatımız buna endeksli
olmayacak. Ama öylemi oluyor derseniz koca bir hayır.
Ofisi
sabah açacak Kamil kardeşimizin on dakika geç kalması adeta bizleri bunalıma
soktu Cumartesi sabahı. Doğal olarak hemen cep telefonuna sarıldık. “aradığınız
kişiye ulaşılamıyor” cümlesini kabul etme günlerimizin çoktan geçtiğini
anladık. Tekraren aramamız bir dakika içinde birkaç defaya çıktı. Oysa bir
yirmi sene önce ne yapıyorsak onu yapsak belki daha mutlu olacakken bizim
neredeyse klinik vakalık olacak kadar psikolojimiz bozuldu.
Yoğun
stres altında kaldığında cep telefonuna sarılmak, aslında özgüven eksikliğinin
bir tezahürü de olabiliyor. Ayrıca, anksiyete-kaygı düzeyleri yüksek kişilerin
cep telefonlarından uzak kalmakta zorlandıklarını, telefonlarını
kapatamadıklarını-sanki bir şey kaçırıyormuş hissi-nedeniyle 24 saat bağlantılı
olma baskısı altında uyku düzenlerinin bile bozulabildiğini klinisyenler zaman
zaman gözlüyorlar.
Birde
Öztürkün dediği gibi anti sosyallik durumu var bu kullanımın. Cep telefonları
ve internetin, kendi filtreleri yok. Siz ne kadar kullanmak isterseniz, bu
cihazı ve olanakları istediğiniz kadar kullanabilirsiniz. Ancak bunları
kullanırken, kendi yaşam standartlarınıza uygun bir filtrelemeyi (sansürden
değil, bilinçli kullanımdan bahsediyorum) geliştiremezseniz, korkarım bu
mucizevi iletişim araçlarının psikolojik mağduru olmak, iletişim kurmaya
çalışırken asosyalleşmek, hiç de uzak ihtimal değil.
Hülasa
teknolojiye evet, elbet derinliklerine inerek kullanalım bu aletleri. Ama o
insanlığımızın ve aklımızın önüne geçiyorsa orda dur demesini bilmeli ve kullanmada
sıkıntı olduğu anda geriye dönüp yirmi yıl önce ne yapılıyorsa onu yapmakta yarar
var. Yani git evinden çağır Kamil beyi,
bırak ulaşılmasın telefonuna.
Selam
ve dua ile…