Freud’un şimdiye kadar yayınlanmış kitaplarından adeta imbikle
süzülerek elde edilmiş aforizmalarından oluşuyor.
Freud
20. yüzyıl insanını nevrotik olarak tanımlıyordu. Nevrotik bozukluklar psikiyatride
psikozlara oranla daha hafif rahatsızlıklar olarak kabul edilmekle beraber
çoğunlukla tedavisi de psikoza oranla daha umut vericidir. Nevroz 20.
yüzyıl kuşağının tanısı olarak tarihe geçerken nevrotik bir neslin yetiştirdiği
bir kuşağın tanısı ne olabilir? 21. yüzyılın apartman odalarının yalnız
insanları, iç konuşmalarıyla meşgul ve dışa yansıyan dünyaları suskun birer
fotoğraf karesinden ibaret. Şu da bir gerçek ki 21. yy insanının psikiyatrik
durumu konusunda bir görüş birliği beklentisinde değiliz. Ama bu çağı
tanımlamak istediğimizde iletişimsizlik çağdaşlarımızın başlıca özellikleri
arasında geliyor.
Tevrat’a göre Babil kulesini yaparak tanrının gazabına
uğrayan âdemoğulları o zamana dek tek bir dil konuşuyordu. Tanrı, babil
kulesini bir başkaldırı olarak görmüş ve insanlığın dillerini (iletişimlerini)
bozarak birbirlerini anlamalarına engel olmuştur. Babil kulesinin yıkımından bu
yana insan neslinin iletişimleri farklılaşmış ve her biri farklı birer dil
kullanmaya başlamıştır.Efsane kulenin dilleri farklılaşan insanların artık
ortak bir amaca yönelememeleri ve kulenin yapımına devam edemeyişleri ile
tamamlanır. İşte bu noktada dil bireysel anlamda kişiliği tanımlıyor ve
tamamlıyor. Dil, bir anlatma aracının ötesinde varoluş sorununun çözümleyicisi
bir anlama aracıdır. Kendini ve çevresini anlamak düşünen zihnin iç
konuşmalarıyla mümkündür. Düşünce bir anlamda bir iç konuşmadır. Kullandığı
dilin kavramları üzerinden düşünen bireyin kavram zenginliği; bakış açısının
genişliğini, sistematiğinin doğruluğunu tanımlamaktadır.
İnsanın
geçen yüzyıldan miras nevrotik naifliği bu yüzyıla iletişimsizlik şeklinde
tezahürü ve insanın dilden umduğunu bulamayışı aslında bir iletişim aracı
olarak dile verdiği anlamın karşılık bulamayışında gizlidir. Dili insan sadece
anlatma aracı olarak tanımlanmıştır. Dil sadece kendisinden çevreye dönüktür.
Fakat dili çevresinden kendine dönük bir araç olarak algılamış olsaydı daha
açık ifade edersek insan anlaşılmaktan önce anlamayı arzulasaydı, önce anlamaya
sonra anlaşılmaya çalışsaydı ne kelimeler onun için bir zulme dönüşecek ne de
şimdiki soğuk yalnızlığına gömülmüş olacaktı.
Duygunun tanımlayıcısı olarak dil ise yine bir anlama
aracıdır. Bireyin kendine uygun gördüğü tanımlama biçimi başka bir bireyde
karşılığını bulduğunda anlaşıldığını düşünür. Dediğimiz gibi burada ilk koşul
bireyin kendini tanımladığı dilin karşılık bulmasıdır. Bir öteki kendisi ile
aynı dili konuştuğunda (kendisi ile kendisi için aynı tanımlamalarda
buluştuğunda) anlaşıldığı düşünür. Burada Maslow’u anmak gerekecek. Maslow,
ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramında, bireyin yeme içme gibi fizyolojik
ihtiyaçların karşılanmasından sonra güven duyma ve sevgi görme ihtiyacında
olduğunu ifade ediyor. Birey ancak doğru anlaşıldığını ve doğru anlamlandırdığını
düşündüğü ortamlarda kendini güvende hisseder. Bu ancak iletişimini sağlıklı
yaptığı sürece mümkün olabilecektir. Kişisel gelişimde süreç olarak kabul
edilen kendini gerçekleştirmenin başat koşullarından biri derin ve tatmin edici
kişiler arası ilişkiler ve bu iletişim sonucu bireyin memnuniyetidir.
Modern
zaman insanının dövünüp durduğu anlaşılamama kaygısı, yalnızlığı, saldırganlığı
ve umutsuzluğu bize çok şey anlatmalı. Nitekim insanlar önce kelimelere,sonra
da onları sarf edenlere boyun eğerler.
Freud; ifade edilmemiş duygular asla ölmez sadece diri diri gömülür ve
sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.
Hiçbir fani sır saklayamaz
eğer birinin dudakları susuyorsa,parmak uçlarıyla gevezelik ediyor demektir.onu
ele veren ipuçları vücudundaki her bir gözenekten akar.
Tabiiki Freud
denince akla libido/cinsellik kadın gelmektedir,farklı konularda da
gayet isabetli düşünceleri var.
Kadın erkeği yumuşatmalı ,ancak
zayıflatmamalıdır.
Bir kimsenin cinsel
konularda sergilediği davranışlar,onun hayattaki diğer tüm davranış
kalıplarının birer ön modelidir.
Aşk ve iş beşeriyetimizin mihenk taşlarıdır.
Yanılsamalar bize çekici görünür;çünkü bizi
acıdan kurtarır,hazza yöneltirler.Bir aşk ilişkisinde,çevrede olup biten
şeylere karşı artık hiçbir şekilde ilgi duyulmuyorsa,o aşkı yaşayan çiftler
birbirlerine yetecek seviyeye ulaşmış demektir.Erkek sevdiği zaman arzu
yoktur;arzuladığı zaman ise aşk yoktur.
Sağlıklı veya
hastalıklı hiç fark etmez;konu cinsellik olunca,hepimiz sadece birer
ikiyüzlüyüz.
Mutluluk dediğimiz şey,yoğun bir şekilde
bastırılmış ve engellenmiş olan ihtiyaçların kısa bir süreliğine tatmin
edilmesinden başka bir şey değildir.Haz ilkesinin insana empoze ettiği nihai
amaç olan mutluluk ,ulaşılabilir bir amaç olmasına rağmen ,bizler genede bu
amacı gerçekleştirmekten vazgeçemez,bu yada şu şekilde ona ulaşmaya çalışırız.
Erkekler,sevilmeyi
istemeyen kaba varlıklardır veya erkekler bir saldırıya uğradığında yapacakları
şey en fazla kendilerini savunmaktır.
“ Ben, erkekleri, hayatın çeşitli katmanları
arasında kadınların gezdirebildiğine inanıyorum. Estetiği, zerafeti, zevki
erkeklerin hayatına genellikle kadınlar sokar, seçtiği kadın erkeğin nasıl bir
hayat yaşayacağını da belirler. Cennetin ve cehennemin yollarını erkeğe gösterecek
olan, hayatın çeşitli bahçeleri arasında onu dolaştıracak olan, ona kılavuzluk
eden kadındır. Kadın kaç cehennem biliyorsa o kadar cehennem, kaç cennet
biliyorsa o kadar cennet görür erkek. Kendi başına bulabileceği yollar,
bahçeler, acılar, sevinçler değildir bunlar. Bir kadın seçtiğinde cehennemini
ve cennetini de seçersin. Kadınlar olmadığında bütün erkekler birbirine benzer.
Onların farkılılığı seçtikleri kadınlarla oluşur.”(Ahmet Altan bir
söyleşisinden)
Kitap , her konuda Freud’un neler düşündüğünü öğrenmek için okunması gerekir .Ve şu soruyu sorarak
bitirir kitabını ;Hayatın amacı nedir?çünkü bir amacı olan hayat fikri,sadece
dini sistemlerle alakalı ve sadece onlarla uyum içerisindedir.
Şuayip
BÜTÜN