MÜHÜRLENMİŞ
ZAMAN
Öteki Sinemanın inanmışlık
ızdırabı çeken dervişi Rus yönetmen Andrey TARKOVSKİ, ama ben bu yazıda
Filmlerinden değil kitabından söz edeceğim.Hayata,sinemaya ,sanata bakışından
bahseden gerçekten sarsıcı bir kitap.
“
İşte,Dostoyevski’yi de bu tür bir ihtirası anlattığı için seviyorum.Benim bütün
ilgim,görünüşte dingin,ancak esiri oldukları ihtiraslar yüzünden içsel
gerilimle dolu karakterlere yöneliktir” diyor.
Ne
olursa olsun, yalnızca bir meta olarak “tüketilmek” istenmeyen her türlü
sanatın amacı hiç şüphesiz kendine ve çevresine, hayatın ve insan varlığının
anlamını açıklamak,yani insanoğluna gezegenimizdeki varoluş sebebini ve amacını
göstermek olmalıdır.Hatta beklide hiç açıklamaya bile kalkmadan onları bu
soruyla karşı karşıya getirmelidir.İnsanoğlu yeryüzü sürgününden sonra sonsuz
bir gerçek arayışına mahkum edildi.Ulvi bir bilgisizlikten,faniliğin düşman ve
bilinmedik topraklarına fırlatılıp atılanların trajedisi hiçte anlaşılmaz
değildir.Bir anlamda insan,hayatın özünün ve kendisinin imkanlarının
,amaçlarının bilincine her seferinde yeniden varır.Demek ki sanat ve bilim
dünyaya sahip olma biçimleri;insanın sözümona ‘mutlak gerçek’e giden yol
üzerindeki bilgi edinme biçimleridir.
Sanat, sanatçının
bütün dünya yasalarını sezgisel olarak yakalama arzusu şeklinde ortaya
çıkar:güzellik ve çirkinlik ,merhamet ve acımasızlık,sonsuzluk ve
sınırlılık.Bütün bunları sanatçı,mutlak’ı yakalayan görüntüyü yaratma
aşamasında kendine özgü bir tavırla yeniden şekillendirir.Sanat ,olgucu-faydacı
bir pratiğin bizden gizlediği,mutlak tinsel gerçekle iç içe geçmiş bu dünyanın
bir simgesidir görüşünü ileri sürebiliriz diyor Tarkovski.Sanat insandan ,katı
mantık kurallarından çok,sanatçılarca iletilen manevi enerjiye boyun eğmesini
bekler.
Modern
sanatın seçtiği yol yanlıştır, hayatın anlamını arama adına salt kendini
onaylama peşinde koşmaktadır.Bu yüzden bu yaratıcı uğraş,kendi bireyci
eylemlerinin bir kerelik değerini haklı göstermeye çalışan eksantrik kişilerin
garip bir çabasına dönüşmüştür.Ne var ki,bireyin kendini sanatta kanıtlaması
imkansızdır,çünkü sanat daha farklı,genel ve yüksek bir düşünceye hizmet
eder.Sanatçı kendisine neredeyse bir mucize sonucu bahşedilmiş sayabileceğimiz
yeteneğinin bedelini ödemek zorunda olan bir hizmetkardır.Günümüz
insanı/sanatçıları hiçbir şey feda etmeye yanaşmıyor;oysa gerçek bireyselliğe
varmanın tek yolu özveriden geçer.Ne yazık ki bu gerçek unutulmuş durumda,insan
olma duygusu da yitip gidiyor.Burada güzele ulaşmaktan söz ederken,yani ideale
özlemden doğan sanatın hedefinin işte bu ideal olduğunu söylerken,amaç dünyevi
‘pislik’ ten kaçınması gerektiğini vurgulamak değildir…
Aksine sanatsal görüntü (sinema) daima, birinin yerine ötekini,büyüğün
yerine küçüğü geçiren bir göstergedir.Canlıdan söz etmek isteyen sanatçı ölüden
bahseder,sonsuz hakkında konuşabilmek için sınırlı olanı sunar.Bir
yedek!Sonsuzu maddeleştirmek mümkün değildir,ancak onun yanılsaması,görüntüsü
yaratılabilir.
Çirkin
nasıl güzelin içinde varsa,güzelde çirkinin içinde vardır.Hayat bu saçmalığa
varan muazzam çelişkinin içine gömülmüştür ve bu çelişki sanatta aynı zamanda
hem uyumlu hem de dramatik bir birlik olarak belirir.Her şeyin birbirine yakın
olduğu ,her şeyin iç içe geçtiği bu bütünlüğü algılamaksa ancak görüntüyle
mümkündür.Bir görüntünün düşüncesinden söz edilebilir,görüntünün
özü,sözcüklerle ifade edilebilir,çünkü düşüncenin sözel ifadesi
,şekillendirilmesi mümkündür.Ancak bu tanımlama da görüntüyü anlatmaya
yetmez.Bir görüntü bu eylemin akılsal anlamı açısından kavranamaz .Sonsuzluk
düşüncesi sözcüklerle ifade edilemez,hatta tanımlanamaz bile.Sanat ise
insanlara bu imkanı bahşeder,sonsuzu denenebilir kılar.Sanatçının kendi sanatı uğruna verdiği mücadelelerin
vazgeçilmez koşulları,kendine inanmak,hizmet etmeye hazır olmak ve taviz
vermemektir.
Sanat bir üst-dildir, insanlar da
bu dilin yardımıyla kendileri hakkında bilgi verip başkalarının deneyimlerini
benimseyerek birbirlerine ulaşmaya çalışırlar.Ama yine bu da herhangi bir
pratik fayda sağlama adına değil,faydacılığın tam zıddı olan özveride kendini
bulan sevgi adına gerçekleştirilir.
Tarkovski , düşünce kısa ömürlü,görüntüyse mutlaktır.Bu yüzden manen
duyarlı bir insanın sanat eseri karşısında algıladıklarıyla salt dinsel (mistik
)bir deneyim arasında paralellikler vardır.Dinsel gerçeğin anlamı umutta
yatar.Sanat ,her şeyden önce insanın ruhuna seslenir ve insanın manevi yapısını
şekillendirir.Sanatçı dünyayı tanımlamaz,dünya onundur.
Güzel, gerçeğin peşinden koşmayanlardan kendini gizler.
Engels derki; Yazarın görüşleri ne
kadar iyi gizlenmişse sanat açısından o kadar iyidir.
Goethe; Sanat eseri yargılamaya ne kadar kapalıysa o kadar değerlidir.
Thomas
Mann; Özgür olan , yalnızca kayıtsızlıktır.Kişilik sahibi olan özgür
değildir,aksine kendi damgasının izini taşımak ,gereklerine uymak ve esiri
olmak zorundadır.
Anılarını hafızasını kaybetmiş bir insan, hayali bir varoluşa hapsolup
kalmıştır.Anılar bizi saldırılara açık ,acı çekmeye hazır kılar.
Hayat,var olmak için kendine koyduğu hedeflere uygun bir ruh
geliştirmesi için insana tanınmış bir süreden başka bir şey değildir ve insan
bu gelişimi gerçekleştirmek zorundadır der.
Film
hayatın dolaysız gözleminden doğar.Çünkü filmsel görüntü,özü itibariyle zamanın
içine yerleşmiş bir fenomenin gözlemlenmesidir.(yönetmen olarak çektiği
filmler;Andrey Rublow 1966,Ivan’ın Çocukluğu 1962,Ayna 1965,Stalker 1978, Solaris 1972,Nostalghia 1983,)
Şuayb
BÜTÜN