E.M.Cioran’ın kitabı.Bu kitaplar evet huzursuzluk verdiler sürekli ama
huzur fazla lüks insan için. Cioran’da işte huzurlu tek bir cümle kurmuyor. tam
bir çürümüşlüğü bize tanıtıyor/gösteriyor.
Değer
yaratan insan, tam anlamıyla sayıklayan varlıktır.Gerçeklik
aşırılılıklarımızın, ölçüsüzlüklerimizin ve dengesizliklerimizin bir
eseridir.Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş
tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız.Zira her birimiz,
kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni yaparız.Bu durum, mukadderatı değil düşmüşlük eğilimini
andırır.
Konuşanların
sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz.,Kendimize ihanet eder kalbimizi teşhir
ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları,en
başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız.
Merak,
sadece cennetten dünya ya düşüşe değil, her günkü sayısız düşüşe yol açmıştır.
Hayat, bu düşme sabırsızlığından; ruhun bakir yalnızlıklarını, Cennet’in en
eski ve gündelik inkarı olan diyalog yoluyla peşkeş çekmekten ibarettir. İnsan
aktarılamayan Kelam’ın sonsuz vecdi içinde yalnızca kendini dinlemeliydi; kendi
sessizlikleri için kelimeler ve sadece kendine ait pişmanlıklar için
işitilebilen akortlar uydurmalıydı. Ama
evrenin gevezesidir o, ötekiler adına konuşur, benliği çoğul biçimi sever.
Ötekiler adına konuşan kişi ise daima bir yalanla iç içedir.
Tanımlama, soyut zihnin yalanıdır; mülhem formül ise militanın zihnin
yalanı; bir tapınağın kökeninde daima bir tanım bulunur;
tapınakçılar/müdavimleri içinde sıyrılınmaz bir şekilde bir formül toplar
oraya. Varoluşu olduğu haliyle kabul etmeyen her şey, ilahiyatın alanına girer.
Tapınakta tapınılan şey kendisine eklenen sıfatlarla yaşar; İlahiyatın varoluş
nedeni budur. Bütün öğretiler böyle başlar.
Tarih,
çok sayıda sorunun ve çözümün yalnızca çehrelerini değiştirmekle uğraşır.
Zihnin icat ettikleri, bir dizi yeni nitelemeden ibarettir; unsurları yeniden
adlandırır ya da yegane ve değişmez bir acı içinde daha az aşınmış sıfatlar
arar. Mutsuzluk soluk alan her şeyin dokusunu oluşturur.
Çare
bulma saplantısı bir uygarlığın sonunun belirtisidir; selamet arayışı da bir
felsefenin sonunun…Bilgelik, miadı dolan bir uygarlığın son sözü, tarihin
şafaklarının halesi, bir dünya görüşü çehresine bürünmüş yorgunluk , daha zinde
başka barbarlığın gelişinden önceki son hoşgörüdür; ayrıca sonun her taraftan
yükselen hırıltıları içinde beyhude bir melodi denemesidir.Zira Bilge-berrak
ölümün teorisyeni,ilgisizlik kahramanı ve felsefenin son
safhasının,yozlaşmasının ve içinin boşalmasının simgesi-kendi ölümü meselesini
halletmiştir…Daha nadir gülünçlüklerle donatılmış olduğundan,aşırı devirlerde
genel patolojinin müstesna bir teyidi gibi rastgelinen bir
sınır-vakıadır.Olgunluklarının delili olarak canlarına kıyan antik
bilgeler,modernlerin hafızasından çıkmış olan bir intihar öğretisi
yaratmışlardı:Dehasız bir can çekişmeye adanmış bizler,ne aşırılıklarımızın
yaratısıyız,nede vedalarımızın belirleyicisi.Son, artık bizim sonumuz
değildir.Sayesinde yavan ve yeteneksiz bir hayatı bağışlatabileceğimiz yegane
bir girişimin üstünlüğü noksandır,tıpkı yüce bir kinizmin ve eski görkemli can
verme sanatının da noksan olması gibi…Ümitsizliğe talim eden ve kendini
kabullenen cesetleriz;kendimize rağmen hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir
formaliteyi yerine getirmek için ölürüz.
Her
varlık bir başka varlığın can çekişmesiyle beslenir; an’lar, zamanın kansızlığı
üzerine vampir gibi üşüşürler-dünya gözyaşlarının biriktiği bir yerdir…Bu
mezbahada kollarını kavuşturup durmak ya da kılıç çekmek eşit derece de beyhude
hareketlerdir.
Nihai
bir hakikat karşısında duyulan ürküntü evcilleştirilmiştir; nakarata dönüştüğü
için artık insanlar onu düşünmezler; zira yalnızca sezinlemeleriyle bile onları
uçuruma veya selamete doğru sürükleyecek bir şeyi ezbere öğrenmişlerdir.
Zaman’ın hükümsüzlüğü görüşü azizler ve şairler doğurmuştur; bir de aforoza
tutkun bazı kimsesizlerin ümitsizliklerini…
Kant’ta
artık hiçbir insani zayıflığı, hüznün hiçbir hakiki vurgusunu göremezsiniz.
Nietzsche deliliğe gömüldüyse,şair ve mütefekkir olaraktır bu;Akıl yürütmenin
değil vecdlerinin kefaretini ödemiştir.Zaten varlığın kendiside hiçliğin bir
iddiasıdır.Varlık dilsizdir ve zihin gevezedir.Bunun adına bilmek
denir.Filozofların özgünlüğü terimler icat etmekten ibarettir. Lao-Tse her şeyi
okumuş olan bizlerden daha safdil değildir. Derinlik bilgiden bağımsızdır.
Eğer
düşüncede öldürdüklerimiz hakikatte yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir
cellat,hayata geçmemiş bir katil taşırız.İnsan öldürme eğilimleri de
kendilerine itiraf etme cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında
işlerler, kabuslarını cesetlerle doldururlar.Mutlak bir mahkeme önünde sadece
melekler beraat ederdi.
Ve
Cioran Şu soruları da sormadan edemez; “nerede tükettin ömrünü? Bir hareketin
hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın pırıltısı, güzel ve firari bir
cinnet-geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiçbir sayıklama senin ismini
taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor. İz bırakmadan geçip gittin; senin
rüyan neydi peki? Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir ‘yeni’
hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir
geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin
beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm”
Bana şu
dünya da iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey gösterin. Kusursuz marifetler,
kamu teşebbüsleri seviyesine düşer; kutsanma en hafif gözyaşını bile soldurur.
En sıkı korunan doğrular böyle ölür,coşkuların miadı böyle geçer.Bir başkaldırının
haklı çıkması ve ateşli taraftarlar yaratması, bir disiplinin/mistik düşüncenin
yayılması ve bunun kurumsallaşması/buna bir kurumun el koyması, zamanında
yalnızlığa mahsus olan-birkaç hayalci çömezin hissesine düşen-ürpertilerin
satılmış bir varoluşla kirlenmesi için yeterlidir.Başlangıç aşamasında
sekterlerinin kanıyla beslenen her “ideal”
yıpranır,kalabalık tarafından benimsenince de sönüp gider.Okunmuş su kabı
tükürük hokkasına dönmüştür: İlerlemenin kaçınılmaz ritmidir bu…
Ve en
kışkırtıcı sözünü söyleyerek bitirelim; Özgürlük,
özü şeytani olan etik bir ilkedir.