Yaşam inişler çıkışlar, hüzünler sevinçlerle doludur. Hayatımız
tüm rutinliği ile akıp giderken sanki her şeye alışıyoruz…
İnsanın yaptığı en iyi şeylerden biridir belki de alışmak. Bunun
için biraz zaman biraz sabır yeterli galiba. Aslında alışmak mı unutmak mı
yoksa sıradanlaşıyor mu her şey bilinmez. Ama yaşadığımız hiçbir şeyi
unutmuyoruz galiba, kabullenip alışıyoruz zamanla.
Zaten alışmak sözlüklerde
kanıksama tepkisiz hale gelme sürecidir ve bir şeyi tekrarlaya tekrarlaya artık
yadırgamamak olarak geçer . Alışmak bazen zor ve acı vericidir. Bazen de kolay
ve gayet normal bir olaymış gibi hiç kendini hissettirmeyen duygudur. Özellikle
bize acı veren, üzen olaylarda daha çok hissederiz alışmanın zorluğunu ama
güzel şeylere ve mutluluklara alışmak daha kolaydır işte o zaman bu duyguyu pek
hissetmeyiz.
Hayata dair öyle şeylere alışıyoruz ki; iyiye güzele, acıya
tatlıya, derde kedere, zenginliğe fakirliğe, hastalığa sağlığa, yaşadığımız
çevreye, baskıya zorbalığa kaybetmeye kazanmaya, kötülüğe savaşa,
sevdiklerimizin yokluğuna, çocukların ağlamasına, belki de kendimizi avutmaya
ve en kötüsü de ölüme alışıyoruz…
Öyle ki kötülüğün ve
ölümlerin sıradanlaştığı bir zamanda yaşıyoruz maalesef. Günlerdir bir çok
şehit haberleri çıkıyor karşımıza. Ağlayan, içi yanan analar, babalar,
evlatlar, eşler… Sönen ocaklar, devrilen gencecik fidanlar…Acıların en büyüğü
ölüm acısı. Üzülüp ağlasalar da gidenin geri gelmeyeceğini anlayıp bir müddet
sonra ümitler kesiliyor.
Allah acıyı verdiği gibi ona dayanma gücünü ve sabrını da veriyor.
Büyüklerimiz “Allah dağa taşa ölümü vermiş dayanamamış ama insana vermiş o
dayanmış” derler ya hani işte bu söz insanın alışma potansiyelinin ne kadar
fazla olduğunu gösteriyor galiba. Ateş düştüğü yeri yaksa da hepimiz bütün bu
haberlere ve şehitlerimize çok üzülüyor ve kızıyoruz ama alışmaktan başka
çaremiz yok ki, alışmışız “buda geçer” demeye, “hayat devam ediyor” demeye ve
hiç bir acının ilk zamanki gibi taze kalmadığını, hiç bir üzüntünün baki
olmadığını anlıyoruz zamanla. Bunu anladığımızda da teslimiyetin verdiği
rahatlıkla hayata kaldığı yerden devam ediyoruz, etmek zorundayız…
Bunun adı unutmak değil, umursamazlık değil sadece zamanla acıya
alışıp acıyı artık hissetmemek galiba. Önceden biri öldüğü zaman kırk gün yas
tutulur, televizyon radyo açılmazdı. Hatırlıyorum da ben küçükken abim vefat
ettiğinde annem babam televizyonu açmadığı için çizgi film izlemeye komşumuza
giderdim. Çocuk aklı işte anlamazdım ki yas falan...
Ölene saygıdan yapılırdı belki bu ama ölenle ölünmemesi
gerektiğini, geride kalanlar için ve kendimiz için ayakta kalıp hayat
mücadelesine devam etmemiz gerekiyor.
Alışmak
böyle bir şey olsa gerek…
Yaşamın
bir parçası, olmazsa olmazımız, hayatımızın vazgeçilmez duygusu. Rabbim
hepimize acılara değil de mutluluklara alışacak yaşam nasip etsin inşallah.