Şehrimizin
trafik keşmekeşinden bahsetmeye gerek yok. Çünkü evinizden çıktığınız andan
itibaren bu kangren olmuş durumla her an karşı karşıyasınız.
Bir Cumhuriyet şehri olan Kırıkkale’
nin bu durumu, ne bugünün ve nede dünün eseri değil tabii ki. Bilakis şehrin
kuruluşundan itibaren günümüze değin geçen sürecin hemen hiçbir dönemi, gerçek
şehircilik anlamında bir çalışmanın olmamasının eseridir!
Cumhuriyet Meydanını bir merkez kabul ederek
(zaten elli metre altında tren hattı var), çevre olarak 1 Km lik bir yay çizdiğimizde, bu alan
içerisinde acaba kaç binanın ‘’OTOPARK’’
ı var derseniz, şehrimizin şehirleşmedeki başarısını görmüş olursunuz!
Geçtiğimiz günlerde mahalli basına
yansımış olan bir haberde, şehir merkezindeki bir sokakta kocaman bir ‘’TIR’’ ın park etmiş resmi
yayımlanmıştı.
Mahalle aralarındaki işyerleri ile
onların bulunduğu binaların sakinlerinin yaşadığı sıkıntılar da, bu konuda
hiçte azımsanamayacak düzeyde aslında. Bu mevzuu başlı başına ayrı bir yazı
konusu olduğundan, bayram öncesi yazımda da bir paragrafla bu konuya değindiğim
için, şimdilik bunu teğet geçiyorum.
Yazı başlığına ‘’Trafik Terbiyesi’’ deyince, bu defaki yazıda amacım şehrin park
sorunu değil. Onun olumsuzluğu ve çözümü için bir kitap bile yazılabilir. ‘’Kırıkkaleli Neden Yolun Ortasından
Yürür?’’ diye mesela!
Şehir içerisindeki yolların üzerinde
yer yer ve silinmiş olan ‘’Yaya Geçitleri’’,
kaldırımların başlangıç ve bitişi ile ara yerlerinde de ‘’Engelli Rampaları’’ var sözüm ona! Sözüm ona diyorum, zira
bunların hemen hiç birisinin önlerinde, araç sürücülerini ikaz edici levhaları
maalesef yok!
Araç sürücülerimizin aileden gelen
terbiye ile sürücü kurslarından almış oldukları eğitimin harmanlanması sonucu
oluşan bilgi birikimlerinde, ne hikmetse kendi binmiş olduğu arabadan indiği
zaman, kendisinin de aynı zamanda bir yaya olduğunun idrakinden yoksun
olmalarıdır.
Keza bugün için tabir caizse çivi gibi
olan, çaksan yere geçecek derecedeki kişinin, bir gün gelip engelli
olmayacağımızın hiçbir garantisi yoktur. Hani ne demişler; (güvenme güzelliğine bir sivilce yeter, güvenme variyetine bir kıvılcım
yeter!) misali.
Yaya geçitleri üzerinde karşıdan
karşıya geçiş yapanlara, araç sürücülerinin tacizleri adeta vatandaşı canından
bezdiriyor. Yaya geçidinden geçeceği yolun ortasına gelmiş olan bir yayanın
üzerine araç süren gence, yaya geçidi üzerindeki şahıs duruyor. Eliyle yerdeki
işareti göstererek (üzerime mi
çıkacaksın oğlum!) demesine karşılık, icabında dedesi yaşındaki şahsa
direksiyon başından hiçte hoş olmayan ukala bir tarzda verdiği cevap enteresan;
(arabanın geldiğini görmüyor musun,
sende ne diye önüme çıkıyorsun!). Oysaki o vatandaş yaya geçidi üzerinde ve
kör de olabilir, sağır da olabilir, yürüme engelli de olabilir! Nitekim de zor
yürüyor idi!
Araç kapısının üzerinde birde firma
ismi yazılı olan bu kendini bilmez sürücü düşünmüyor ki, kendisinin babası
yahut dedesi de, bir başka yerde benzeri bir durumla karşılaşmış olsa, kendisi
acaba nasıl bir tavır izler. Yani (iğneyi
kendine çuvaldızı başkasına) derler ya.
Bu ve benzeri durumları günün hemen
her saatinde ve şehrin her yerinde görmek mümkün. Çünkü adından başka bir
şeyinin milli olmadığı ve adeta yazboz tahtasına dönen eğitim düzeninde trafik
dersinin önce seçmeli olarak konulup, sonrada kaldırılan bir eğitimden yetişen
nesil, eğer aileden bir şeyler almışsa ne ala. Yok değilse vay geldi başa, (tut Allah delini, yaz başına geleni).
Engelli rampalarının önünün
kapatılması ayrı bir dert. Neymiş efendim başka park edecek yer yok! İyi de
orası park sahası değil ki! Hem sen engelli arabanla gelip te oradan yola
inecek olsan veya geldiğin yoldan kaldırıma çıkmak zorunda olsan ne yaparsın,
önce bir düşüş! Dedik ya arabadan indiğin anda sen de bir yaya olduğunu unutma!
Direksiyon başındayım diye de sakın ola şımarma! (Her sağlam kişi, aynı zamanda potansiyel bir engelli adayıdır)
biline!
Birde gecenin bir yarısından sonra ortaya
çıkan ‘’Bremen Mızıkacıları’’ mız
var! Arabanın teybinin sesini sonuna kadar açarak sokak ve caddelere konser
verenler! Hele ellerinde birde kutu bira varsa, üff, değme keyfine gitsin!
Gecenin o saatinde geçtiği yerlerdeki mahalle sakinlerinin isyanını varın siz
hesap edin gayrı! Eminim bu satırları okuyan okuyucularımız, bu ve benzerlerini
hemen her gün kendi mahalle ve sokaklarında yaşamaktalar.
Bunlardan başka birde yeni türeyen
hız tutkunu motosiklet sevdalılarımız var ki düşman başına. Günün hangi saati
olursa olsun, şehrin cadde ve sokakları sanki ralli parkuru imiş gibi, hiçbir
gerekliliği yok iken, bir anda roketleme yaparak, egzoz patlatarak şov yapanlar
peydah oldu! Bunların çoğunun plakaları da ya ortadan bükülü, ya da seyir
anında görünmeyecek şekilde zula yere monte edilmiş vaziyette!
Bunları yapan magandalara ceza
uygulamak ta güçleşiyor. Zaten motorun sesini duyman ile geçtiği yeri
belirlemek mümkün olmuyor! Tabii ki bunu söylerken hiç kimsenin varlığına veya
keyfine müdahale gibi bir densizlik söz konusu değildir.
Ancak ne var ki demokrasi denen şey,
yekdiğerinin hürriyetiyle sınırlı olduğuna göre, hiçbir kimse de bir başkasının
hak ve hürriyetine müdahale hakkına sahip değildir! Yani şahsi keyfi veya
egosunu tatmin uğrunda, hiç kimseyi rahatsız etmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla
varlığının veya keyfinin istediği şekilde hareket edemez!
İdrak ettiğimiz Mübarek Kurban
Bayramı’ nın resmi tatili sürecinde geçen sekiz
– on günün trafik kaza (pardon
katliamın) bilançosu önümüzdeki günlerde kısmen netlik kazanır. Kısmet olur
ise o felaket istatistiğini de bir gün kaleme alırız inşallah.
Bu vesileyle tüm okuyucularımızın
geçmiş bayramını kutlar, saygılar sunarım.
* * *
* *
* Terbiyeli bir insan ahlâksız olamaz.
‘’A. Hamit TARHAN’’
* Ben terbiyeyi terbiyesizlerden öğrendim. ‘’Ebu âlâ Ma’ arri’’
* Hangi adamın oğlu olursan ol, terbiye öğren.
Bu güzellik seni, başka asalete muhtaç etmez. ‘’Hz. Ali’’