Mevlana celaleddin Rumi’nin kişilik çözümlemesi üzerine
yapılmış araştırmanın ikinci yazısı.
Mevlana dan
önce tasavvufun klasik döneminde (M.S.8-11 yüzyıllar arası) tasavvuf şeyhi veya
Allah ile özdeşleşme tedricen meydana gelirdi. Ve bu da hem davranışsal, hem de
ruhi varoluş düzeylerini gerektiriyordu.Özdeşleşme için gerekli nitelikleri
sağlamak mutasavvıfın şu aşamalardan geçmesi demekti;
1-Aklın
karışık olma durumu
2-Karar verme
ve arzu nesnesine aldanma
3-Boşluğa
ulaşma(içsel ve dışsal anlamda fakirlik)
4-Ona ulaşma
ümidiyle arzu nesnesine karşı güven duygusunun geliştirilmesi.
Aşk ve
tefekkür onu güçlendiriyordu. Belli bir fikri ısrarlı bir biçimde
hatırlama,özdeşleşmenin belli başlı vasıtalarını temin ediyordu.Bu birlik en
iyi şekliyle Mntıku’t tayr’da (kuşlar meclisi) ifade edilmektedir. Burada
arayan arayış nesnesiyle bir olurlar. Mevlana derin duygularını lirik şiirleri
ile ifade ediyor,sema, bu imaja karşı sevgisini ifade vasıtası oluyor ve
devamlı birleşmeyi arayabilmek için zihnini temizliyordu. O şems’i gökteki ve
her doğal nesnede görüyordu. O sevgi sayesinde ve “yaratılışın esası
birdir.”tasavvufi anlayışıyla,parçacığın (aton/zerre)bütün ayrıntılarını
inceleyerek,onu kendisine maletti. Sezgisel olarak her atomda onun esasının
farkına vardı:
Ey şems
müşfik senin sayende biz atomu anladık,
Biz her
damlanın (anlam) sırrını senin evrensel dairene kadar genişlettik.(divanı şems)
İşte böyle
dolaylı bir biçimde Mevlana evrenle kendisini bütünleştirdi ve insanlığın
dışındaki çevreyi keşfetmeye başladı. Bu sebeple onun ilk vardığı sonuç aşık
(insan) ve maşukun (Allah,insan-ı kamil imajı ve evrensel benlik)her ikisinin de
aşktan meydana gelmiş olmasıdır.
Mevlana
ikinci bir defa yeniden doğmak ve her şeyin esası ile bir olmak istedi. Bunu da
aşk’ın evrensel gücü ile ilişki kurarak onu bütün kişiliğinde harekete
geçirerek ve bizzat kendisi evrensel benliğin kaynağı olan bu yaratıcı güç
olmak suretiyle başarmak istedi. Şems imajından doğduktan ve bunun farkına
vardıktan sonra varlığa dönüştüğünü düşündürmeye başladı. Bu, onu artık daha
önce yeniden doğacağı aşk dünyasının var olduğunu öğrendi.
Onda
(Şems’te) doğma sona erdi
Şimdi aşkta
doğdum . Ben kendimden daha fazlayım,
Çünkü iki defa
doğdum (bir defa Şems’te bir defada aşk’ta) (divanı şems)
Balık, deniz
suyundan doyar mı?”Bir aşık aşkla nasıl doyum sağlar ki?”Bu yeniden doğuş döneminde
aşk içinde eriyerek Mevlana yapmacık bütün bağlardan kendisini özgür
hissediyordu; mükemmelliği tecrübe ediyordu ve tamamen özgürleşmişti: Sema
vaktinde aşık aşkı şöyle terennüm eder: Kulluk bir kişinin boynundaki
zincirdir, efendilik ise baş ağrısı.(mesnevi)
Mevlana aşk
halkası’ndan meydana geldiğini ve sonuç olarak da insanlığın içine ateş
düşürdüğünü ilan eder. Ona göre aşk alevi devamlı yanan ve her şeyin içinde
kaybolduğu bir ateştir. Şimdi Mevlana kendisi bütünüyle aşk olarak, hepsi ile
birleşmiş olarak büyüme ve gelişimden önceki ruh durumunu bildiği için, insanın
başlangıcını da sezgisel olarak biliyordu. Her şeye rağmen bundan sonraki adım
için korkuyordu; çok daha iyi bir varlık düzeyi olacağından emin de olsa…O salt
aşk bütünüyle salt sevinç ve salt mutluluktu.Onun kederi ve endişesi yoktu.O
bütünüyle yeniden doğmuş, bütünüyle fıtri kendisi olmuştu.(öz-benliğini açığa
çıkarmıştı.) Mevlana, hayatı insanın sevgide doğduğu varlık düzeyi olarak
adlandırır:
Aşkta
kişinin canlı olması gerekir, zira ölü, sevmeyi beceremez. Kimin canlı olduğunu
biliyormusun? Aşkta doğan kişi. Ben ay değilim, alem değilim, yıldırım değilim.
Ben salt aşkım, salt aşk, ben senin ruhun ile salt ruhum. Yağ ve su gibi aşktan
her şeye yabancı olan. Ben aşkla doluyum, yanan ağaç gibi tutuşuyorum alev alev
yanıyorum.(şems divanı)
Mesnevi,
temelde, insanlığın durumu konusunda Mevlana’nın anlayışını açıklamaktadır.
Mesnevi,aklın ve kavramlaştırmanın, hayatın anlamı konusundaki cevabında neden
başarısızlığa uğradığını açıklamakta ve daha gelişmiş bir kişilik kazanmak için
geleneksel benliğin ortadan kaldırılmasını ve herkes/her şeyle bütünleşerek sevgiye
ve olumlu davranışa ulaşıp, daha iyi bir hayat sürmeyi tavsiye etmektedir.
Mesnevi hakkında şöyle der: Hakikat ve kesinliğe ulaşmanın sırlarını göz önüne
koymak bakımından dinin, temelinin temelidir.(…) O bir makamdır ve en mükemmel
dinlenme yeridir. (mesnevi)
Burada
bir benzerlikten söz etmenin tam yeridir; Mevlana ve Fromm’un kişisel
hayatlarında hatırı sayılır bir benzerlik vardır. Birisi barbar Moğol
güçlerinden, diğeri ise Nazilerden dolayı göç etmek zorunda kalmıştır. Böyle
yakın bağların kaybı zayıf insanları umutsuz yapmasına rağmen, güçlü adamların
vizyonunu zenginleştirir.Mevlana ve Fromm’un durumundaki gibi böyle bir
ayrılık, değişik gruplarla ve farklı hayat tarzlarıyla ilişki kurmayı
beraberinde getirdiği gibi, bunun bir sonucu olarak, onlara insanın varoluşunun
ortak sorunları bulma fırsatı vermiştir.Her iki düşünürü karşılaştırmamın
sebebi yedi yüzyıllık bir zaman farkına rağmen, aynı zamanda yaşamamış olsalar
bile, her ikisi de benzer zamanlarda yaşamışlardır. İki sininde ortak yanları
korku, kargaşa, güvensizlik içinde olmaları.
Zor
zamanlarda insanı anlama problemini anlamak için son derece yüksek idrak sahibi
kişilere ihtiyaç vardır. Şimdilerde anlaşıldığı gibi Mevlana yı din alimi
olarak görüp o minvalde okuma yapılırsa yanlış anlaşılır. O aşk damı sevgi
adamıyım diyor. Şairin dediği gibi; kelimeler kendi anlamlarına gelir, yol
diyorsam kaldırım anlama,gözlerin gelir aklıma. Onu da en iyi kendi
satırlarından (Mesnevi den) okuyup ona göre anlamak lazım.O sadece bir şair,bir
mutasavvıf ve dini bir tarikatın kurucusu değil di; o, aynı zamanda insanın
doğasıyla ilgili derin bir anlayışa sahip bir insandı. Şuayb
BÜTÜN