Değerli üstadım Ayhan Aydın’ın kitabı. Ancak bu kadar güzel
anlatılabilir, bu kadar anlaşılır yazılır. İnsanın kendisiyle yüzleşmelerini,
kendini en iyi anlatabilmenin, gölgesi dahi hiçbir şeyin arkasına
saklanmadan, kendisi olabildiği oranda
mutlu olabileceği bu kadar iyi anlatılabilirdi.
İnsanın
önceden belirlediği bir amaca ulaşmak için, yaşamın değil, yaşamın doğal
akışını ve ritmini hissetmek için, yolculuğa çıkmalı ve her gün bu eşsiz
serüvenin keyfini çıkarmayı bilmelidir. Mutlu yaşamak için acele et ve bil ki
her gün yeni bir başlangıçtır.
Yaşadın mı büyük
yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir
armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
(A.Behramoğlu)
İnsan önce kendi
sınırlılıklarından kurtulmalı ve cesaretini toplayarak önyargılardan, toplumsal
barikatları bir bir temizlemeli, bunu da ancak kendi edindiği edimlerle
yapabilir. Toplumun sürüleştirme ve sıradanlaştırma otamatik öğütüm süreçlerine karşı direnç
oluşturulmalıdır, tıpkı şairin dediği gibi hayat insana sunulmuş bir armağan
olduğunun bilincinde olarak.
İnsanoğlunun
bilincinde olduğu trajik şey ilk doğumla birlikte ölmeye doğru yolculuğun
başlamasıdır. Bunu biliyor olarak yaşamak zor sanattır. İnsan durağan değil
sürekli öğrenen ve su misali akan bir hayatı yaşıyor. Her yaşta, hatta her gün
her saat yeni bir şeylere tanıklık etmek ne kadar ilginç değil mi..
İnsan yaşadı
mı görkemli yaşamalı büyük şeyler tasarlamalı, peki bunu nasıl yapacak. Hayata
dair söyleyecek sözü olan ustalarla birlikte olarak yada onların yazdıklarını
okuyarak olabilir ancak. Paracelus, yüzyıllar ötesinden bize seslenir
insanların aymazlığını ne güzel ifade etmiş; Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şey
sevmez. Hiçbir şey yapmayan, hiçbir şey anlamaz, hiçbir şey anlamayan,
değersizdir. Bu hayatta insan olabilmekten daha değerli ne olabilir ki. Bu da
verilen bir şey değil uzun uğraşlar sonucunda kazanılandır. Şöyle etrafımıza
baktığımızda Tanrıyla ilişkimizde bile sanki menfaat putuna dönüştürmüşüz.
Hiçbir uğraş vermeden hazırca bizden istek bekleyen konumda gibi algı
oluşturmuşuz, her şeyi Tanrıya yıkıp kendimizi temize çıkarmak gibi bir
kolaycılığı hep benimser olmuşuz. Adam kendi iradesiyle cinayet işliyor, kadın
kendi isteğiyle hayat kadınlığı yapıyor, her türlü kötü algılanan şeyleri yapıp
onu da “KADER” diye Tanrıya yükledi mi
tamamdır. Oysa Tanrının adaletini yağmura, güneşe benzetir Mevlana; yağmur
damlalarını, güneş ışığının parıltısını iyi kötü diye ayırmadan tüm insanlara,
canlılara ve doğaya ayrım yapmadan gönderirse Tanrı da öyledir ayrım yapmaz
diyor.
Yaşamı salt
bedensel zevklere indirgeyen ve varoluşlarını maddeyle sınırlandıran insanlar
için gerçekte “hayat” yoktur. İnsan ötekiyle kurduğu ilişki onu insan kılar.
İçinde yaşadığı toplumdan ve yaşadığı hayattan bağımsız algılanamaz. İnsanı anlamlı
kılan kendisi dışındakilere karşı hemcinslerine, doğaya, hayvanlara ve diğer
canlı ve cansızlara karşı ortaya koyduğu davranışlarıdır (praxiss). Bizim asıl
işimiz umudu yeşertmek olmalıdır. Gelgitler içerisinde bile yaşasak daha iyi
bir dünya için umut var olmak gerekiyor. Üstelik bu gün hala insan, içinde
yaşadığı toplumdan daha iyidir. Onun kör noktası, kapitalist toplum düzenini
uygarlıkla özdeş görmesi ve başka yaşam biçimleri olabileceği gerçeğini
ıskalamasıdır. Dostoyevski, insan olmanın zor tarafını anlatırken “evet
gereğinden çok derin bir yaratıktır insan” diyor. Hayat, şeytanın Tanrıyla
savaşmasıdır ki, bu savaş insanın yüreğinde gerçekleşir ve bu yüzden insanın
sürekli kalbi ağrır…“Ömrüm boyunca her gün göğsümü yumruklayarak düzeltmek için
söz verdim kendi kendime ama yine de aynı kötülükleri yinelemekten geri
kalmıyorum. Şimdi anlıyorum ki, benim gibilere bizi kement gibi kıskıvrak
bağlayacak ezecek bir sille, yazgının sillesi gerekiyor. Yoksa kendi kendine
acı çekmeden hiçbir zaman çıkamam daldığım çirkeften…” Hiç kimsenin masum
olmadığını düşünür Dostoyevski, ama bunu karşısındakilere söylemek yerine
kendine döner.
Sevmek, insanın kendisiyle dış dünya arasında örülmüş duvarları
yıkmasını gerektirir. Sevgi; ilgi, anlayış, sorumluluk, sabır, hoşgörü,
iyimserlik, umut, güven, inanç gibi bütün insani niteliklerimizin yansıması ve
ürünüdür. Dolaysıyla insana duyduğumuz sevgi, tıpkı doğaya duyduğumuz sevgiden,
yaşama sevgisinden ayrılamayacağı gibi. Modern insan çoğu kez sevilme
gereksinimini, sevgi sanmaktadır. Onlara göre kişisel beğeni ve seçimlerimizi
değiş tokuş ettiğimiz, insanları severiz. Oysa sevginin kökleri çok daha
derindedir. Sevginin ne kadar güçlü bir duygu olduğunu bilen insan, sevildiğine
çok zor inanır. Onun sınırsız akıl, bilgelik sevecenlik ve sonsuz duyarlılık
gerektiren başka türlü bir varoluş biçimi olduğu açıktır. Hani paylaşıldığı
halde eksilmeyen, çoğalan, iki şey vardır birisi sevgi diğeri bilgidir derler
ya aslında doğru gibi görünen yanlıştır. Bunun yerine bilgisiz sevgi ya da
sevgisiz bilgi olmayacağına göre, insanca varolmak için sevgi yeter demek
gerekli. Doğayla aramızı ayıran çizgiyi kaldırdığımız bu yapay ayrıma son
verdiğiniz anda, dünyanın dışında kalmaktan kurtulursunuz. Birbirini çok seven
insanlar tek kişi gibi davranırlar. Kendisi dışındakileri sevende de aynısı
olur. Çevreyle uyumlu, etrafındaki her şeyi kendisi gibi algılar böylece
kimseye zarar veremez kötülük düşünemez. Erdemli insan ,Tanrı ya evet diyen ve
hayatı olduğu gibi kabul eden insandır çünkü nasıl olursa olsun asıl olan
yaşamak bir ödevdir. Hayat ne iyidir ne de kötüdür olduğu gibidir.
Faust’ta Gothe’nin uzunca olan destansı şiirinde Tanrı’yla şeytanın
iyilik ve kötülük üstüne bahse girmesiyle başlar. Tanrı’ya göre insan
bilinmezliğe merak sardıkça, yanlış yollara sapar. Ancak sonunda yaratılışının
özünde olan cevher onu kendine döndürür. Şeytan’a göre ise, insan asla Tanrı’ya
dönmeyecektir. Çünkü o kendi bencilliğinin tutsağı olmaya mahkumdur.
Bir çok
farklı usta ve öncü yazarlardan alınmış adeta bal arısı titizliğiyle özler
toplanıp bu kitapta mecz edilip bal gibi sunulmuştur. Tarihte varoluş sancısı
çeken ustalardan, makyevelli’ye kadar hayata dair itirazı olandan güzel yaşamın
tadı nasıl çıkarılıra kadar imbikten süzülerek hazırlanmış ve hayatın insana
sunulmuş bir armağan olduğunun bilinci adeta her satırında işlenmiş. Yaşarken
hiçbir anın kaçırılmaması gerekliliği üzerine şimdinin farkındalığının yoğunca
hissettirildiği bir eser.
Yaşadın
mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Şuayb BÜTÜN