Geçti Eylül
gitti Eylül!
Sonbaharda sarı
sarı yapraklar yollara dökülmüyor artık,
Kimseler
Eylülde gel demiyor,
Büyük aşklar
sonlandırılmıyor, büyük ve trajik ayrılıklar yaşanmıyor,
Bu işte bir tuhaflık
var !
Güneşler eskisi
gibi ısıtmıyor,
Yazları kurak ve
sıcak, baharlarda nisan yağmuru sicim gibi yağmıyor,
Şehirlerde
metropol yalnızlığı çekiliyor, kimse haber vermeden çat kapı gelmiyor,
Yağan yağmura
inat kimse ıslanmıyor, esen rüzgara inat kimse üşümüyor dağ başında,
Korkunç bir
aymazlık var, şehirler insan çöplüğüne
döndü!
Yaşanacak yer
için Mars’ta arayışlar başladı; birilerinin Tanrı’sına komşu olmak için,
Değerimiz ve
değersizliğimiz tükettiğimiz şeylere endekslendi,
Çarığı bıraktık
Şalvarı bıraktık kravat bağlamayı öğrendik,
Mahallenin
delisi yok artık, sokaklar delirenlerin sel gibi aktığı yer haline geldi,
Bu işte bir
tuhaflık var !
Niçinler yok
artık! Nasıllar çoktan lügat’lardan çıkarıldı,
Koşarcasına
nefes almadan yaşanıyor hayat,
Bir
kuşatılmışlık yaşıyoruz ama farkında olmadan,
Kuşlar terk
ediyor kentleri, kuzgunlar dağ başında
artık,
Yan yana
yaşayıp akıllı telefonlardan mesajlar atıyoruz birbirimize,
Bir ruh
üşümesi, düş yalnızlığı, rüyasız sabahlara uyanıyoruz,
İnsansal bir
cinnet yaşıyoruz, aklın en muhteris çağında ,
Ölümler ve
öldürme biçimleri kutsanıyor yaşamaya inat edercesine,
Sokak lambaları
gece olduğunu aratmamak için voltajı yüksek ampüllerle donatılıyor,
Orwel’in seksen
dördü gibi, her taraf kamera olmasına rağmen katiller kol geziyor,
Bu işte bir
tuhaflık var !
Tanrı şehirlerden
kovulmaya çalışılıp, dağ başına sürgün edilmeye zorlanıyor!
Kendi sürgününü
tam çözemeyen insan, erkenden kemale ermek için ,
Önce kavramların
içeriğini değiştirip, sonra bilgeleri kovdu yaşadığı mekanlardan,
Batılı insan
çoktan öldürmüştü Tanrı’yı! katilliğin mahcubiyetini yaşamadan,
Kardeş katili
değil türedi evlat katilleri çoğaldı bu çağda,
Çıldırının
anaforunda trajik bir yaşama mahkum edildik soysuzlar güruhunca,
Ne Godot’yu
bekliyoruz, ne Mesih ne de Mehdi kurtarır bizi,
Gelse İsa ya
ciddiye alınmaz yada İsa’yı beklemek gelmesinden yeğdir deriz,
Bu işte bir
tuhaflık var !
Yaşarken sefil
bir hayata sürgün edilen büyük kafalar,
Ölünce sömürmek
için geride bıraktığı eserleri,
Akıl
hastahaneleri yada şehrin çöplüğüne terkedilen gerçek dâhiler,
Açık artırmada,
müzayedede satılan onların “paha biçilemez” eserleri değil bizim insanlığımız,
Bu işte bir
tuhaflık var !
Modern hayat
kararları başkalarının aldığı, tüketime endeksli,
Bilmeden,
sorgulamadan, mankurt’laştırılmış ve sürekli yorgun,
Enformatik
cehaleti gerçeklik gibi yaşamamızı,
Kafa konforunu
bozan şeylerden uzak durup,
Sadece
profosyönellerin iktidarı elinde tuttuğu, hayatımızı biçimlendirdiği,
Sevinçlerimizi
ve üzüntülerimizi bile onların belirlediği,
Artık ortak
sevinçlerimiz yok, resmileştirildi herşey,
Düzmece ve
kurgulanmış bilgiler,
Islah edilmiş ve
zararsızlaştırılmış cellatların,
Hiç okumadan çok
konuşan uydurma kanaat önderlerinin,
Biliyor olmanın
ne kadar pahalı olduğunu, öldürülüp
intihar süsü verilenlerden anlaşılan,
Yaşamak la
İntihar arasında bir farkın kalmadığı ve Tanrı’ya hesabın yok sayıldığı,
Rövanşsız bir
dünyada yaşadığımıza inandırılmaya çalışılıyoruz,
Artık
dayanacak gücümüz yok diyenlerin sesinin
hala cılız çıktığı,
Uzun çöpten kısa
çöpün hakkını almak için öbür dünyayı beklediği,
Çöpten yiyecek
toplayan insanlar varken makul çoğunluğun
geceleri afakanlar basmadan, kanter içinde kalmadan uyuduğu,
Paylaşmadan,
ürettiğini, kazandığını isitifleyip caka satmanın bir aracı sayıldığı,
Hepimizin ortak
yaşam yeri olan Yeryüzünün mutlu azınlığın lehine kirletildiği,
Hayvan ve deniz
canlılarının soyunun kurutulduğu,
Bitki türleri ve
oksijen deposu ağaçların yerleşim yerleri için kesildiği,
Kafa kesmenin,
buğday sapı kesme kadar normalleştiği,
Bütün bunlara
sadece ve sadece uzaktan uzağa dikizcilik
yapıyor isek,
Elimizden bir şey gelmez deyip birbirimize
fısıldaşıyorsak,
Çığlımızı
kimseler duymuyor, ellerimizle ve ayaklarımızla boykot edemiyorsak,
Bu işte bir
tuhaflık var hemde çokkk tuhafff….
Şuayip BÜTÜN