Mario
Mantese; İsviçre’nin dağları ve göllerinin kucağında doğar. On üç yaşında,
çoktan tutkulu bir bassçı olmuştur. Müzikle uğraşıp sonra siprütüel öğretiyi
araştırmak için Himalaylara yolculuğa çıkar. Ustayla tanışmak için çıktığı
yolda karşılaşır ilk olarak, usta ona; “Nasıl uyandığını bilmiyorsun, nereden
geldiğini de bilmiyorsun. Ve nasıl uykuya daldığını da bilmiyorsun. Buna rağmen
kendinin kendin olduğuna ve uyanıkken geçirdiğin zamanın tek gerçeklik olduğuna
ikna olmuş durumdasın. Dün kendin olduğuna ve yarın yine kendin olacağına
inanıyorsun. Bunun gerçek olduğuna inanıyor musun? Bulutlarla perdelenmiş aklını
bir kenara at ve uyan, uykuda gezen. Cahillik ve unutkanlık girdabına
yakalanmışsın.”
Taa uzaklardan gelip ilk
karşılaşmada duyduğu sözler onu geri dönmekle kalmak arasında seçim yapmaya
zorlar ve devam eder usta; Eğer kalmak istiyorsan kalbindeki yedi şeytanı
öldürmelisin. Onlar tüm acıların annesi ve tüm yanılgıların babasıdır.
Düşkünlüğe giden yola açılırlar. Bunları kalbinden tamamen söküp atamazsan
gölgelerin olmadığı gerçekliğe dahil olamazsın. Gerçek derinliklerin
yüzeyindeki köpükte, tatminsiz, sürüklenip durursun. Geçmiş hakkında düşünmek,
geçmişte yaşamaktır. Geçmişte yaşamak geçmişe esir düşmektir. Geçmiş, sezginin,
öngörünün katilidir. Geçmişte, gelecekte ya da şimdide yaşama. Derinlemesine
yaşa. Geçmiş gelecek ve şimdiki an, etrafta dolaşan hayaletler gibi,
düşüncelerindeki lekelerdir, boş kelimeler, içi boş kabuklardır. Huzursuz ve
ebedi bir tatminsizlik içindedirler. Onlar sevginin katilidir.
Umut etmek, beklenti içinde olmak,
sonsuz şimdinin gerçekliğini kavramak. Hiçbir zaman ayrılmamış olanı ayırma.
Yoksa kendini, örüntülerinle yarattığın şeylerin ürettiklerine dolanmış halde
bulursun. Alışkanlıkların kuralları çile dolu bir yaşam üretirler bu dünyada.
Sürekli olarak deneyimlerinde kurtulmalı ve her an yeniden başlamalısın. Eğer
böyle yapmazsan, sürekli geçmişte, eski yapay katmanlarda yaşarsın. Bu
sıradanlıkta hiçbir derinlik yoktur. Kendini ebediyeti aramaya adayamazsın,
çünkü ebediyet bulunacak bir obje değildir. Kendini-gerçekleştirmenin sonsuz
derinliklerinde algılanan güzellik, anahtardır. Kelimeler olmadan algılama,
kişisel bir yorumun yokluğunda, anın tümüyle sindirilmesine ve ‘ben’sizliğe
olanak sağlayan devasa bir enerji vardır. Önemli olan derinlerdeki kişinin, et
ve kemikten oluşan dış kabuğunun dayattığı sınırlardan ve bağlı olduğu bütün
düşük güçlerden özgürleşmesidir. Bu dünya akıntıların bir o kıyıya bir bu
kıyıya sürüklediği devasa bir toplu mezardan
başka bir şey değildir. Dünya dediğimiz bu gezegende Her canlının eşit
derecede önemli olduğunu ve kendi büyüklenmenin beyhudeliğini fark etmeye
başlamalıyız.
Korku nedir? Kaynağı zihnimizdeki
resimlerle kurduğumuz özdeşliktir. İnsan daha düşükleri silen ve onları
geçersiz kılan, daha üst ilkeye tutunmalıdır. Böylece titreşim çok daha yoğun
bir düzeye, fiziksel bedenin yerçekimi karşısındaki ağırlığını iptal eden bir
düzeye çıkar. Ruhun tamamıyla özgür olduğunda, her düşünce ışıktan daha hızlı
hareket eder ve bir volkanın gücüne sahiptir. Korku insan zihninin ürettiği bir
şeydir, beden tutsağından özgürleşen zihin için korku yoktur. Gerçek insan
sınırsız ve korkusuzdur, ilahi uyanışı yaşayanlar hudutlardan azadedir.
‘Olanaksız’ kelimesi düşük bir ilkeye, ölümün ağırlığına aittir. Burada insan
tuzağa düşmüş bir mahkum gibidir. Gerçek yaşam ölümsüzdür. Yaşamı elinde
tutamaz ya da kaybedemezsin. Beden doğar sonra sönümlenir ama yaşamın gerçek
özü bundan bağımsızdır. Her durumda önemli olan insanın Tanrı tarafından
bağışlanmış yaşamı nasıl biçimlendireceğidir. Ruh kendini ifade ettiği yerde
konumlar. Gerçek yaşamın yaşı yoktur. Değişimin yaşlarına tabi olan beden bile
ölümü geç karşılayabilir. Fiziksel biçimin mahkumu olduğun düşüncesinden
kendini özgürleştirirsen, yaşlanma süreci yavaşlar. Ruh sınırlarından
kurtulduğu zaman, zihinle bir olur. İkilikte kök bulan bütün yanlış anlamalar
artık yoktur . Uyanmış olan insanın zihni ilahi olan her şeyi duyumsar ve
karanlığa, kötü ruha, ben merkezciliğin cehennemine ise kördür.
Gerçek anlamda anlamak,
anlayandan özgürleşmekle mümkündür. Yanılgının dili tatlıdır. Söylenmemiş olan
senin içinde yaşar. Geçici olan ve seni sınırlayan her şeyi, meyvenin kabuğu
gibi soy. Hayali olan her şeyi ayıkla,
çünkü onlar ölümün karanlık evidir. Öngörü ve önsezi bunu başarmak için gerekli
olan araçlardır. Kalbiyle düşünen, ruhun gözleriyle gören insanlar kendileri
için sınırlar yaratmayı da terk ederler. Bir kişilik olarak bu etten ve kandan
olan ikamet ettiğimiz beden hapishanesinden kurtulmadıkça özgürleşemeyiz.
İnsanlar dünya yüzeyinde belirmeden milyarlarca yıl önce, ağaçlar buradaydı.
Ağaçlar biz insanların bu dünya da kalabilmesi için gerekli temeli
oluştururlar. Tükettiğimiz oksijeni üretir ve dışarı attığımız toksinleri
emerler. İnsanlar ve ağaçlar tamamen birbirlerine bağımlıdır. Bir çoklarının yanlış inancına rağmen, bu
düzlemde bireyin bağımsızlığı yoktur. Gerçekte tümden özgürleşmeye giden tek
bir yol vardır. Bu da yolu olmayan yoldur. Yok olup gidenler arkasından yas
tutmamayı öğreneceksin, çünkü hayat her an yeniden doğuyor. Oysa sabır ruhun
olgunlaşmasını sağlayan erdemdir.
Dünya gezegeni kalıcı bir
yuva değildir. O sadece geçilmesi gereken bir duraktır. Daha yüksek bir düzleme
çağrılan insanın kat etmesi gereken bir aşamadır. İçlerinde tutsak olduğun
fikirler ve kavramlardan, gelip geçici olandan kurtulduğun zaman. Özgürlüğün
yolunu takip edersen, bu derin gizemler zaman içinde kendini insana açacaktır.
Bir çok kişi, istemenin, elde etmenin, sahip olmanın tuzağına düşer. Güç sahibi
olmak için ihtiraslarını takip ederler. Ne yaptıklarının farkında olmadan, bu enerjilere ve onların
örüntülerine daha da sıkı bağlanırlar, kendilerini bu örüntülerle tanımlarlar.
En sonunda da çağlar boyunca ölümün dünyasında tutsak kalırlar. Özgürleşme
yolunda ne kadar ilerlerseniz, güvenlik halatlarınıza o kadar sıkı tutunmanız
gerekir. Yanılgılar pusuya yatmış, daha örtük hale gelmiştir. Korkularınızın
sizi yönlendirmesine izin vermeyin. Arzuların pençesinden kendini kurtardığın
zaman özgürleşmeye varırsın. Özgürleşme yoluna ilerleyenlerin en büyük engelleri;
Geçmiş, Şimdi ve Gelecek.
Geçmişi hafızaya taşımak,
hatırlamak ve bu anının etkisi altında kalmak. Geçmişin engeli budur. Şimdinin
blokajı daha karmaşıktır. Her şeyden çok, yapay entellektüel anlam atfetmek, bu
anlamları toplamak ve onları yorumlayarak meşrulaştırmaktır. Geleceğin engeli
ise; henüz daha gerçekleşmeden zorluklar keşfetmek ve bunlar için
endişelenmektir. Kaygının nedeni ise, duyuların yanlış istihdamıdır. Ben’in
bedeni yoktur. ‘Ben’ rasyonel akla ihtiyaç duyar, şeyleri idare etmek için
duyulara ihtiyacı vardır, böylece düşsel-maddi dünyada kendisini kurar.
Nedenler ve sonuçlar egonun dünyasına ve bedenin farkındalığına bağlıdırlar.
Yanlış yönlendirilmiş düşünceler, duygular ve eylemlerle kontrol edilirler.
Arzulardan ve hırslardan tamamen özgürleş; bırak her şey aksın, gitsin. Arzular
korkunç gölgeler yaratır ve kişiyi ölümün düzlüklerine zincirler. Arzular
gölgelerdir, bizi geride tutan tuzaklar bağlardır. Bu dünya gezegeninde sadece
bir misafirsin. Beden ve duyulara yaşlanan dünyevi bilinç geliş-gidişlerin
görünümlerini yansıtır.
Gerçek usta geride izlek
bırakmayandır. O bulutların arasında yolculuk eder ve yolu yoktur, takipsizlik
esastır, zaten istesen de takip edemezsin. Zaten uta da şöyle diyor; Buraya hiç
gelmedin. Hiçbir zaman hiçbir yere gitmeyeceksin…
Şuayb BÜTÜN