Bazı
zamanlar olur bir yazı yamaya başladığınızda önceden belirleyip kafanızda
kurduğunuz kelimeleri sıraya döker ardı ardına yazar ve okuyup düzelttikten
sonra yayına hazır hale getirirsiniz.
Ama yine bazı zamanlar olur ki sekiz
yıldır yazı yazmanız falan bir şey ifade etmez bir türlü kelimeleri hiza
istikamete sokamazsınız.
Bu yazıda aynen öyle oldu. Defaten
yazmaya başlayıp yarıya geldikten sonra sildim yeniden başladım.
Geçen hafta Türk Silahlı Kuvvetleri
içerisine sızmış ve maalesef (neden maalesef dediğimi açıklayacağım) asker
denilen bir takım gözü dönmüş hainlerin yapmış olduğu kalkışma ile karşılaştık.
Olayın ilk sıcaklığı ile yazı yazdık
ve vahim olayda yaşananları tarihe tanıklık anlamında kelimeleri tanık ettik.
Gün geçtikçe bu olayın nasıl bir
büyük darbe girişimi olduğu ve acıları, sancıları, sıkıntıları, yaşananları,
hainleri ve kahramanlarının olduğunu da bir bir öğrendik ve nefretimiz
katlandı.
O yazıda da demiştim bu konuda
yazılacak söylenecek çok konu var.
Bu hainliğin başarıya ulaşmaması
anlamında birkaç kırılma noktası oldu.
Her şeyden önce Cumhurbaşkanı’nın
çok seri şekilde ekranlara çıkması ve halkı Demokrasiye ve özgürlüklerine sahip
çıkma anlamında sokağa çıkartması zaten başlı başına bir kırılma noktasıydı.
1 nci Ordu Komutanının
Cumhurbaşkanını arayarak bağlılığını bildirmesi ve kendisini İstanbul’a davet
etmiş olması, Cumhurbaşkanının Oteli ivedilikle terk etmesi ve İstanbul’a yola
çıkması.
Basın yayın organlarının
Demokrasiden yana tavır alması ve pek çok ekranın halkın sokaklarda tankın
karşısına çıkmasını, kahramanlık olarak verip, teşvik edici yayınlarla destek
olması.
Özel Kuvvetler Komutanlığında
(kendisini tanımaktan gurur duyduğum Ömer Başçavuş tarafından ) hainin alnından
vurulması, Genelkurmayda (çömezim olduğu için şereflendiğim) Bülent Başçavuşun
kahramanlığı da dönüm noktasıydı.
Elbette tüm bunların başında
saydığım tankın önüne yatıp, birinciden kurtulup, ikinci tankın altına gözünü
kırpmadan atlayan, onuncu kattan F-16 lara cıvata somun fırlatan, bununla da
yetinmeyip uçağın üzerine atlamak için tırabzanlara tırmanan halk var.
“Oğlum ben senin deden sayılırım niye ateş ediyorsun
halka” diyen, “evladım seni ben doğurdum vuracak mısın beni de” diyen, cep
telefonları ile nerde az topluluk varsa orya destek olalım derdi ile görüşmeler
yapan halk var.
Her biri bir destan olan bu kahramanlıkların ardından
da nöbetler başladı. İlk gün bir heyecan ile başlayan nöbetçiler her geçen gün
biraz daha arttı.
Ulusal anlamda denileceklerin yanında Kırıkkale
anlamında da daha organize olunarak devam eden bu nöbetlere ilk gün ferdi
olarak katılımlar oldu. Ama diğer günler Emekli Astsubaylar Derneği Kırıkkale
şubesi olarak topluca iştirak ettik zaten nöbete alışık olmanın rahatlığı ve
halka vefa duygusuyla.
Reklam yapmadan, ona buna görünme derdi
olmadan bayraklarımızı alıp, belki artık emekli olup yaşlandığımız için sessiz
çığlık olarak ama bugün görev verilse bugün şahadete hazır olduğumuzu da
haykırarak demokrasi nöbetinde hazır olduk.
Bu nöbetler önemli. Mısır darbesini
incelediğimizde bu nöbetlerin neden bu kadar ehemmiyetli olduğunu daha iyi
anlarız. Lütfen ferdi olarak elbet yapın ama daha da organize olarak gruplar
halinde gevşemeden ve gedik vermeden ve lütfen artık kendini gösterme derdinden
uzak bu nöbetlere katılın.
Diyeceklerimiz devam edecek…
Selam ve dua ile…