Babası
olduğum için gururun sonsuzunu yaşadığım oğlumun, daha çocuk yaşta ve mesleğini
seçmeden yıllar önce yazdığı bir makaleyi paylaşacağım sizinle. Tamda polis
olmuş, özel birimlerde görev yaparken kendi meslektaşları olan polislerin hain
kurşunlarla şehit olduğu bu günde daha anlamlı bu yazısı.
Kan
ağlıyor içim. Ellerim tutmuyor, gözlerim görmüyor, kulaklarım duymuyor. Kalbim
atmıyor şehidim. Her şehit haberinde;
Ben
de tepesinde Neşet Ertaş konseri izlediğim babamı kaybediyorum, Her şehit
haberinde;
Ben de eve girdiğimde kucağıma atlayan evladımı
kaybediyorum. Her şehit haberinde;
Ben de hastalandığımda başımda sabahlayan annemi
kaybediyorum. Her şehit haberinde;
Ben de beraber sokakta top oynadığım abimi
kaybediyorum.
Zaten her şehitle birlikte ailesi de toprağa gömülmez
mi şehidim? Sadece şehidin ruhu mudur göğe yükselen? Şehidin ailesinin bedeni
mevcuttur evet, peki ya ruhları nerededir? Onlar da şehitleriyle çıkmazlar mı
sonsuz yolculuğa?
Ben
çok küçükken cennetmekân Mikail astsubay’ın ailesini ziyaret ettiğimde
anlamıştım şahadet şerbetinin ne demek olduğunu.
Mikail amca
babamın silah arkadaşlarındandı. Tanımazdım kendisini. Ama eminim aynı babamdı.
Dağ gibiydi eminim. Şahadete kavuştuktan çok sonraları evini ziyarete gitmiştik
Osmaniye’ye. Yenge ve çocukların hallerini hatırlıyorum. Tabi çocuk halimle
hatırlıyorum. Yüce rabbim onlara öyle bir sabır, öyle metanet bahşetmişti ki.
Evlatlarından
benimle yaşıtta vardı. İkimizde ufacıktık. İkimizin gözünde de ‘en iyi araba kullanan,
en iyi dövüşen, en çok kitap okuyan, en iyi oyuncakları alan, en yakışıklı, en
dağ gibi’ baba kendi babamızdı.
Ama benimki yanımdaydı, günün sonunda alnıma öpücük
kondurup ışığı kapatacak ve uyumamı bekleyecekti. Ama ya Mikail amcam. Peki ya
akranımın babası nerede olacaktı.
Ben
şahadetin geride bıraktığı onuru da o ailede gördüm, şahadetin geride bıraktığı
zorluğu da.
Benim
bir vatan evladı olarak, her şehit haberinde içi yanan bir genç olarak isyanım
var. İsyanım asla vatan için kanını vermeye değil.
Şahadet
şerbetini günü geldiğinde kana kana içeceğim, biliyorum. İsyanım umursamazlığa,
isyanım internetten haberlere bakarken; şehit haberini okuduktan sonra, hemen
yan sekmeye kim kiminle ne yapmış haberleri açan ikiyüzlülere…
Vatan
için, İslam’ın yüzyıllardır bayraktarlığını yapan Türk milleti için, yüce
dinimizin son sancağını taşıyan, son kalesini koruyan neslimiz için kan
dökmekte kan vermekte farzdır.
Şahadette ödüllerin en büyüğü, mertebelerin en
şereflisidir.
İsyanım; kahve köşelerinde vatan kurtaran, ancak
çocuğunun eve kaçta geldiğini bilmeyen sarı bıyıklı ihtiyarlara.
İsyanım;
İsviçre 2. Ligindeki futbolcuların isimlerini ezbere bilmesine rağmen, vatana
hizmet etme gayesi gütmeyen gençlere. Tek derdi karı-kız, pes-fifa,
fener-cimbom olan aymaz oğlu aymazlara.
İsyanım; sabah çıkıp akşama kadar meydanlarda
çekirdek çitleyen, akşam çıkıp sabahlara kadar içki içen şeref yoksunu
neslimize.
Bize ne oluyor. Müslüman-Türk evladına neler oluyor. Müslüman’sak
neden Müslüman gibi davranmıyoruz. Gavursak neden Müslüman’ım diyoruz. Türksek
neden bu şuurla hareket etmiyoruz. Türk değilsek neden Türküm diyoruz.
Son sözlerim; İslam’ın son kalesinin Müslüman-Türk
vatanı olduğudur. Bu sancağı koruyanlar müslüman-Türk evlatlarıdır.
Ne
yazıktır ki; Ortadoğu’da birbirini kesen katillerde, Washington’da otel kapatan
İngiliz uşağı Suudi kralları da, fitne peşindeki acem elleri de İslam adına
çalışmamakta, küffarın kuklalığından başka bir halta yaramamaktadır.
Ey şehidin canını verme sebebi olan Müslüman-Türk
evladı; yaşın kaç olursa olsun, fark etmez…
Müslümanlığını yaşayacaksın, kuran-ı kerim’i elinden
düşürmeyecek ve kılavuzun edeceksin. Türklüğünü koruyacaksın. Şehitleri
unutmayacaksın. Elinden ne geliyorsa, en iyisini yapacaksın.
Şuurunu kaybedersen, nurunu kaybedersin. Nurunu
kaybedersen, onurunu ve namusunu kaybedersin.
Allah Türklüğün yardımcısı olsun.
Selam ve dua ile…