Ortadoğu'nun merkezinde
yer alan Mezopotamya'nın kuzey bölgesi olan Musul, M.Ö.800'de Kerkük şehrinin
inşasından itibaren, sırasıyla Asur, Babil, Medine (Arap), Emevi, Abbasi. Büyük
Selçuklular, Irak Selçukluları, Zengiler, Erbil Atabeyliği, Karakoyunlu.
Akkoyunlu, Safaviler ve Osmanlı egemenliğinde kalmıştı. Yavuz Sultan Selim'in
Çaldıran Seferi'yle 1516'da Musul, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1534'teki Bağdat
Seferi'yle de Mezopotamya (Irak) Osmanlı Devleti'nin egemenliği altına
girmişti.
Musul’dan kasıt sadece
bugün Irak’ın bir ili olan Musul kenti değil, çok daha geniş bir alanı kapsayan
Musul vilayetidir. 1878’e kadar Bağdat vilayetine bağlı bir sancak iken, o
tarihte vilayete dönüştürülmüştür. Musul merkez, Şehr-i Zûr ve Süleymaniye
sancakları buraya bağlanmıştır. Böylece Musul vilayeti, 17 kaza, 28 nahiye ve
2314 köyden müteşekkil yaklaşık 75.000 kilometrekare yüzölçümüne ve 1923
itibariyle 503.000 nüfusa sahip bir idari birim hâline gelmiştir.
Musul, coğrafi
mevkisinin Anadolu üzerinden Asya, Avrupa ve Afrika arasında tarihi bir
"yol" ve "geçiş güzergâhı" niteliği taşıması,
"Mezopotamya"nın dünyanın önemli kültürlerinin geliştiği merkez konumunda
bulunması, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarının zenginliği ile sürekli
olarak büyük güçlerinin çıkar çatışmalarının yaşandığı bölge olmuştur.
Misak-ı
Milli’ Musul
28 Ocak 1920 tarihinde
Osmanlı Meclisi tarafından kabul edilen Misak-ı Millî belgesinde yapılan
tarife göre Musul vilayeti vatan toprağıdır. Statü olarak İstanbul ne ise Musul
da odur. Zira 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında bu topraklar
Türk askerinin kontrolündedir. Bu bölge 15 Kasım 1918’de boşaltılmış ve İngilizlerin
eline geçmiştir.
Mustafa Kemal'in,
Musul'u Misak-ı Milli sınırları içinde göstermesinin ve Musul Meselesi ile çok
yakından ilgilenmesinin amacı: iç ve dış bölücü unsurları ortadan kaldırmak,
Irak'ın Kuzeyindeki Türkmenler ve Kürtleri Anadolu'daki soydaşlarının coğrafi,
sosyal, ekonomik, politik, askeri, biyografik, ilmi ve teknolojik milli güç
unsurlarıyla kültür temeline dayalı olarak, Türk üst kimliği altında Misak-ı
Milli sınırları içinde birleştirerek, Türkiye'nin,'' önce bölgesel sonra dünya gücü
(küresel güç) haline gelmesini ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmasını
sağlamaktı.
Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.'nde yaptığı konuşma,
Musul konusundaki düşüncesini ve uygulanması gereken politikayı açık bir şekilde
ortaya koymaktadır: "Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki
birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz,
iskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi,
Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"
Lozan’da Musul
24 Temmuz 1923’te
Lozan’da imzalanan Barış Antlaşması’nın 3. maddesinde Türkiye-Irak sınırı
konusu şu şekilde düzenlenmiştir:
"... Sınır işbu Antlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak 9 aylık
bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostane bir çözüm yoluyla tespit
edilecektir. Öngörülen süre içinde iki hükûmet arasında bir anlaşmaya
varılamazsa, ihtilaf Milletler Cemiyeti’ne götürülecektir."
Lozan Konferansı Sonrasındaki Gelişmeler
Musul meselesi Lozan
Antlaşması'ndan sonra Haziran 1926 tarihine kadar sürüncemede kalacaktır. Üç
yıllık bir zaman dilimi içerisinde mesele önce 19 Mayıs 1924 tarihinden
itibaren Haliç (İstanbul) Konferansı'nda ele alınacak, daha sonra Cemiyet-i
Akvam Meclisi'nde görüşülecek ve nihayet, Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması
ile neticelenecektir.
Uyuşmazlığı gidermek
amacıyla 19 Mayıs 1924'de İstanbul'da İngiltere'yle başlayan ikili görüşmelerde
İngiltere'nin Irak lehine Hakkari üzerinde de hak iddia etmesi üzerine
Konferans'tan sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine İngiltere Musul meselesini 6
Ağustos'ta Cemiyet-i Akvam'a götürmüştür.
Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) Musul meselesini 20 Eylül 1924'te
görüşmeye başlamıştır. Görüşmelerde Türk tarafı daha önceki görüşlerinde ısrar
ederek Musul'da bir plebisit yapılmasını istediyse de İngiltere bu talebi de
"bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı"
gerekçesiy1e kabul etmemiştir. Milletler Cemiyeti, 30 Eylül 1924'te bir
soruşturma kurulu kurulmasını kararlaştırmış, Konsey, 28 Ekim 1924'te bir sınır
tanımı yaparak "Brüksel Hattı" adıyla ve geçici mahiyette bir
Türk-Irak sınırı tespit etmiştir.
Türkiye'nin
Milletler Cemiyeti kararına tepkisi büyük olmuştur. Karar Türkiye'de
İngiltere'ye karşı bir savaş havası yaratmıştı. Türkiye defalarca Musul
konusundaki İngiliz oyunlarını kabul etmeyeceğini açıklamasına rağmen bu
tutumunda direnemeyecek ve Cemiyet Meclisi kararına uyarak 5 Haziran I926'da
yapılan Ankara Antlaşması ile Musul'u Irak'a terketmeyi kabul edecektir.
Ankara Antlaşması, "sınır, iyi komşuluk
ilişkileri ve genel hükümler" adı ile üç kesim ve toplam 18 maddeden
meydana gelmektedir. Antlaşmanın bir ve ikinci maddesi Türk-Irak sınırını
tespit etmiş, 14. madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10'unu 25 yıl süreyle
Türkiye'ye bırakılmasını öngörmüştür. Ancak Türkiye daha sonra 500 bin İngiliz
lirası karşılığı bu hakkından vazgeçecektir.
Körfez
Savaşında Musul
ABD ve İngiltere
Koalisyon Kuvvetleri, 20 Mart 2003'te İkinci Körfez Harekatı'nı icra ederek,
Irak'ı işgal etmelerinden sonra hazırlanan 8 Mart tarihli "Irak Devleti'nin
Geçiş Süreci İçin Yönetim Hukuku"nda, Osmanlı'nın Musul vilayeti,
"Kürdistan Bölge Yönetimi" olarak adlandırılmış, Dohuk, Erbil,
Süleymaniye, Kerkük, Diyala, ve Neneveh bölgelerini kapsamıştır. Kerkük'ün
statüsü yapılacak halk oylaması sonucu belirlenecektir. Kerkük'ün, Irak'ın
kuzeyindeki Kürdistan Bölge Yönetimi'nin sorumluluk bölgesine verilmeyerek,
özel statüde merkezi yönetime ve tüm Irak halkına ait olması; Türkiye'nin
Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı'nı işleterek uygun koşullarda petrol temin
etmesi, Türkmenlerin güvenle yaşamlarını sürdürebilmeleri ve Irak'ın toprak
bütünlüğünün sağlanması açılarından, kırmızıçizgi olarak kabul edilmelidir. Adı
geçen yasada: "Kürdistan Bölge Yönetimi terimi, Kürdistan Ulusal Meclisi'ni,
Kürdistan Bakanlar Kurulu'nu ve Kürdistan bölgesindeki bölge yargı
idaresini belirtir" denilmiştir. Bugün, Irak'ın kuzeyinde, bankası,
para birimi, üniversitesi, bayrağı, pulu, yasama, yürütme ve yargı sistemi olan
ilan edilmemiş bir devlet yönetimi oluşturulmuştur. Irak'ın kuzeyindeki bu
yapının, gelecekte Türkiye'nin bütünlüğüne tehdit teşkil edeceği
anlaşılmaktadır.
Irak nüfusunun; yaklaşık
%65'ini Araplar, %18'ini Kürtler, %12'sini Türkmenler, %3'ünü Asurîler/
Süryaniler, %2'sini ise diğer gruplar (Yahudi. Yezidi) oluşturmaktadır.
Nüfusun, %97'si Müslüman, %3'ü Hıristiyan olup. Müslüman nüfusun %55'i Şii
(Araplar, Türkmenler), %45'i Sünni (Araplar, Kürtler, Türkmenler) mezhebine
mensup bulunmaktadır. Devletin resmi dini İslam, resmi dili ise Arapça ve
Kürtçe kabul edilmiştir. 1932 yılında bağımsızlığını kazanan Irak'ta
Türkmenler, kurucu unsur. Türkçe resmi dil kabul edilmişken, yeni anayasada
Türkmenler adeta yok sayılmıştır. Irak'ın sosyal yapısının oldukça karmaşık bir
durum gösterdiği görülmektedir.
Musul Meselesi, Ankara
Antlaşması'ndan sonra da Türkiye'nin dış politikasının en önemli parametresi
olmuştur. İkinci Körfez Harekâtı'ndan sonra, Irak'ın kuzeyindeki Kürt
gruplarının kısa vadede federasyon, orta vadede bağımsızlık ve uzun vadede de
"Büyük Kürdistan"ı gerçekleştirme faaliyetleri yoğunluk kazanmıştır.
Bu gelişmelerin, ülkemize etkileri dikkate alındığında, Mustafa Kemal'in
Musul'u fiilen Misak-ı Milli sınırları içine alma çabalarında ne kadar haklı olduğu,
80 yıl öncesinden ufkun ötesindeki tehdidi gördüğü bugün daha net olarak
anlaşılmaktadır. Petrol stratejik hammadde niteliğini koruduğu sürece, gerek
Irak içindeki etnik grupların, gerekse bölgesel ve uluslar arası güçlerin, Irak
petrol rezervlerinin büyük bir kısmını kapsayan eski Musul vilayetine bağlı
Kerkük vilayeti üzerindeki çıkar çatışmalarının, uzun vadede de devam edeceği
görülmektedir.
Günümüzde Musul
Bugün Irak’ta kaos
ortamı devam etmektedir. Yıllardır Baas Partisinin zulmüne direnen Türkmenler
Amerikan işgali neticesinde Kürtlerle mücadele etmek mecburiyetinde kalmıştır.
İki yıldır IŞID işgali
altında inleyen şehir ile birlikte, sahipsiz Türkmenler en fazla eziyeti gören
grupların başında gelmiştir.
Türkiye,
IŞID'le mücadele amacıyla Musul'un yakınlarındaki Irak'ta Başika kampında
eğitim yapan ulusal muhafızlara askeri takviye amacıyla askeri konuşlandırma
yapmıştır. Bunun üzerine Irak Hükümeti buna sert bir tavır sergileyerek konuyu
Birleşmiş Milletlere taşımıştır. Türkiye, Irak'ta bulunan bir kısım askerini
geri çekmek durumunda kalmıştır.
Şimdilerde
Birleşmiş Milletlerin Musul’u İŞİD’den kurtarma operasyonuna Türkiye’de dahil
olmaya çalışmaktadır. Özellikle bu harekat sonunda yapılacak anlaşma masasında
Türkiye’nin kesinlikle olması gerekmekte ve ezilen, yok sayılan Irak
Türklerinin haklarının savunucu olmak zorundadır.
Musul,
Kerkük Misak-ı Milli toprakları içinde olması, anavatan topraklarının korunmaya
başladığı yer olması, ve kardeşlerimizin yaşadığı kadim Türk toprağı olduğu
için vazgeçilmezimizdir. Bu kaos ortamından kurtulması ve bu toprakların huzura
kavuşması için Türkiye’ye katılması en doğru netice olmalıdır.