“Irkçılara, Milletin
mukadderatını kaptırmamak için Cumhuriyetin bütün tedbirlerini alacağız”
“Türkiye'nin ırkçı ve Turancı olması lâzım geldiğini iddia edenler, hangi
millete faydalı, kimlerin maksadına yararlıdırlar? Türk milletine yalnız belâ
ve felâket getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk milletine
hiçbir hizmetleri olamayacağı muhakkaktır.” İsmet İnönü - 19 Mayıs 1944
Anlayışına sahip iktidarın Türk
milliyetçilerine nasıl davrandığını bizzat Alparslan Türkeş’ten dinleyelim; “3
Mayıs günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları
yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı. O zamana
kadar Milli Şef’in müsaade etmediği hiçbir gösteri yapılamazdı. Demokrasi,
Eşitlik, Hürriyet, Gençlik... Bütün bunlar Türkiye’nin 1944 iktidarında hep
palavradır. Halkın alkışları, gençlikten çıkacak “yaşa” naraları kayıtsız
şartsız İnönü’nün tekelinde kalmalıdır.”
Atatürk’ün
ölümünden sonra Türk Devleti ve Türk Milletine karşı bir kültürel savaş
başlamış. Başlatılan bu savaş Türklüğe, Milli ve Manevi değerlerimize çok zarar
veriyordu. O dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, bakanlıkta kadrolaşma
hareketi başlatmış. Birçok solcu ve komünistler, okullara, üniversitelere ve önemli
müesseselere yerleştirilmişti. Vatan haini olduğu herkesçe bilinen Sebahattin
Ali, Ankara Devlet Konservatuarı’nın başına getirildi. Açıktan komünistlik
propagandası yapan Gazete ve Dergiler devlet eli ile okullara girmeye başladı.
Bu durum büyük Dava adamı H. Nihal Atsız’ın gözünden kaçmadı. 1942 yılında
TBMM’de yaptığı bir konuşmada; “Biz Türk’üz. Türkçüyüz, bizim Türkçülüğümüz bir
kan davası olduğu kadar, bir vicdan ve kültür meselesidir” diyen dönemin
Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na iki açık mektup yazdı. Bu mektuplar, H. Nihal
Atsız’ın kendi çıkardığı ORHUN Dergisi’nde yayınlandı. Zamanın Cumhurbaşkanı
İnönü, 19 Mayıs 1944’te Gençlik ve Spor Bayramı’nda “Turancılar, Türk Milletini
komşuları ile düşman yapmak istiyor” diye Türk kamuoyuna açıklamalarda bulundu.
Bu konuşmadan cesaret alan Ulus Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay’ın
teşvikiyle Sabahattin Ali, Atsız’ı mahkemeye verdi. Önce Atsız tutuklandı,
ardından diğer Türkçülerin tutuklanmaları başladı. Atsız’ın
evinde yapılan bir aramada o dönemde Üsteğmen olarak görev yapan Alparslan Türkeş‘in
Atsız‘a
gönderdiği mektup ve yazıları çıkınca, Türkeş de
gözaltına alınmış ve Tophane’deki Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştır.
Muhakeme sırasında Alparslan
Türkeş ile Mahkeme başkanı arasında cereyan "Türk Birliği"
konusundaki tartışma sırasında Türkeş'in geleceğe matuf şu ifade ve tespitleri
oldukça dikkat çekicidir; " ..mesela, 1917'de olduğu gibi 1965'te veya
1990'da da Rusya'da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye harb
endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve
Türkiye'nin de yardımı ile bu birliğe doğru yürünebilir..." diyerek ileri
görüşlülüğünün göstergesi olmuştur.
Kimler Tutuklandı
Sırayla,
Dünya çapında büyük ilim adamımız olan Ordinaryus Prof. Zeki Veli Toğan,
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Diyen büyük vatan şairimiz Orhan Şaik Gökyay
Fethi
Tevetoğlu, Necdet Sancar ve Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş göz altına
alındılar. Daha sonra tutuklanan Türkçülerle beraber bu sayı 23’e ulaştı.
Türk
tarihine “Irkçılık ve Turancılık” davası olarak geçen bu dava 26 Nisan 1944’te
başladı. Fakat 3 Mayıs 1944’e ertelendi. 3 Mayıs 1944 tarihindeki duruşmada
Türkçü Gençlik “Kahrolsun komünistler.” “Milliyetçi Türkiye” diye sloganlar
attılar. Mahkeme salonuna giremeyen gençler Ulus Meydanı'na doğru yürüyüşe
geçmişler burada milli marşlar söylenmiş ve komünizm aleyhine sloganlar
atmışlardır. Kafile Ulus Meydanı'ndan sonra Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile
görüşmek istemişse de bunda başarılı olamamış, milliyetçi gençlerin gösterileri
hükümet tarafından şiddetle önlenmiştir. Bu gösterilerde tutuklanan
üniversiteli gençlerin sayısı 165 olarak tespit edilmiştir. Tek suçları
vatanları ve Türklüklerini sevmek olan bu gençlere öyle işkenceler yapılmıştır
ki, gözaltındaki genç Türkçülerin
kafaları yarılmış, her yeri moraran gençlerin üstü başı kan içinde kalmış,
kolları ve kaburgaları kırılmıştır.
Öz vatanında, milletine olan bağlılığı en açık bir şekilde ifade eden insanlar
maalesef bu sevgisinin bedelini en ağır şekilde ödemişlerdir.
Tutuklanan Türk milliyetçileri
tabutluk olarak adlandırılan ve tepelerinde 1500’lük ampullerin yandığı kırk
santim genişliğinde, elli santim uzunluğunda ve iki buçuk metre yüksekliğinde
beton oyukların içinde olmadık işkencelere maruz kalmışlardır.
Vatan Haini
Savcı Kazım Alöç hazırladığı iddianamede; Türkçüleri “Hain” ilan etmiştir. 3 yıl süren bu Dava, 3 Mayıs 1947
yılında Türkçülerin beraat kararı ile sonuçlandı.
ilk defa 3 Mayıs 1945 tarihinde Tophane
Askerî hapishanesinde Nihal
Atsız, Zeki
Velidi Togan, Nejdet Sançar
ve Reha
Oğuz Türkkan başta olmak üzere 10 mahkum tarafından anılan bugün Başbuğ
Alparslan Türkeş
de bu tarihi “Türkçüler Günü” adıyla kutlanmasını bizzat sağlamış hatta
kendisinin ölümünden sonra da bu kutlamaların devam ettirilmesini vasiyet
ettiği rivayet edilmektedir.
Türkçülüğün 3 Mayıs 1944’lerdeki
süreci Türk Milletine karşı tehdit haline gelen Sovyet Emperyalizmine karşı
oluşan milli direnci simgeler. Türkçülük bu yönü itibarıyla Milletinin
bağımsızlığını, milli devletin devamlılığını, ülke topraklarının bütünlüğünü
esas alan Atatürkçü iradeyi temsil eder.
Türk Milliyetçileri AB’nin, ABD’nin,
sözde kanat liderlerinin, dil, din, bayrak, vatan, şehadet kavramlarını sadece
hamaset için kullanan tüm egemen güçlerin dayattığı ezberleri bu milletin
hafızasından silecektir
3 Mayıs
1944’te ülkü devlerinin birer birer tabutluklarda işkence yapılışının 73. senesinde,
o çileyi çekenlerin manevi mirasçılarıda aynı zorluklarla karşı karşıyadır.
2023’te Türk Devletini lider ülke yapma
sevdalıları öz yurdumuzda garip durumuna düşürüldük. 2.sınıf vatandaş konumuna
alıştırılmadan, titreyip kendimize gelme zamanıdır.
Günümüzde ise Türklüğe hakareti
suç olmaktan çıkaran düşünce milliyetçiliği ayaklar altına alan bir zihniyet
ülkeyi yönetmekte ve siyasi rant kazanma adına milliyetçiliği ve şehitleri kullanmaktan
geri durmamaktadır.
İçinde bulunduğumuz
süreçte Türk Milleti bir yandan dışarıdan kuşatılmış öte yandan içerden manevi
olarak çökertmek isteyen güç odaklarına karşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter
yapısını bozdurmamak, Misak-ı Milli sınırlarından el çekmemek ve manevi
unsurlarımız olan inançlarımıza, dilimize, tarihimize, kültürümüze sanatımıza
karşı yapılan saldırıları engellemek için yeniden ayağa kalkışımızı sağlayacak
bu günlere ihtiyaç var.
Türklük
bayrağını dalgalandırmayı şeref bilmiş ülkü devleri, başta Merhum Başbuğumuz
Alparslan Türkeş, H.Nihal Atsız, Orhan Şaik Gökyay, Necdet Sançar, Fethi
Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Muzaffer Eriş, İsmet Tümtürk ve daha birçok Türk
milliyetçisini Biz Türk gençliğine be kutlu ülküde topladıkları için rahmet ve
minnetle anıyoruz.
KAHRAMANLIK
Kahramanlık ne yalnız bir
yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp
sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir
emektir;
Kahramanlık: saldırıp bir daha
dönmemektir.
Sızlasa da gönüller düşenlerin
yasından
Koşar adım gitmeli onların
arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm
tasından
İleriye atılmak ve sonra
dönmemektir.
Yırtıcılar az yaşar... Uzun
sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir
kahramanlık;
Adsız sansız olsa da, en büyük
kahramanlık:
Göz kırpmadan saldırıp bir daha
dönmemektir.
Kahramanlık ne yalnız bir
yükseliş demektir.
Ne de güneşler gibi parlayıp
sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha
dönmemektir...
Atsız Ata’nın bahsettiği Türklük
kahramanlarına selam olsun,
Atatürk’ten
sonra söndürülen Türklük ateşini fikri manada yeniden alevlendiren Atsız'a
selam olsun, bu ateşi söndürmeden siyasete taşıyan Başbuğ Türkeş’e selam olsun.
Bugün Türküm demenin adeta suç
sayıldığı bir ortamda Türküm diyen, Türklüğü’nden
gurur duyan, Ne Mutlu Türküm demekten çekinmeyen Türk Milliyetçilerinin,
Türkçüler günü kutlu olsun.