Macarların çoğu Katolik olup, sadece orta
Macaristan'dakiler Ortodoks idiler. Bu bölgeye hâkim olan Avusturyalılar, bu
sayıları az olan Macarları Katolik yapmak, kendi dinlerine çevirmek
istediler. Bunlar kabul etmeyince, beyleri ve bazı ileri gelenleri, 1670
yılında Avusturya yetkilileri tarafından öldürüldüler. Orta Macar Beyinin oğlu
Tököli İmre 1673 yılında ayaklandı, sonra Osmanlı Cihan Devleti'ne sığındı.
Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Budin Beylerbeyi Uzun İbrahim Paşa'yı, Serdar
(başkomutan) atayarak, İmre Tököli'yi Orta Macaristan'ın başına geçirmekle
görevlendirdi. Osmanlı Cihan Devleti, o çağda, askerî gücünün doruğundaydı.
Sadrazam, Avusturya-Macaristan İmparatoru dışında, diğer bütün Avrupa
hükümdarları ile aynı statüde idi. İbrahim Paşa, Orta Macaristan'ın başkenti
Kaşav'ı alarak, 1682 de Tököli İmre'yi başa geçirdi.
Bu durum İmparator Leopold'u telâşa
düşürdü, barışı yenilemek için elçi gönderdi. Fakat Kara Mustafa Paşa, şöhret
harisi olduğundan Avusturya'ya karşı açacağı seferle, sadaretini Fazıl Ahmet
Paşa'dan üstün zaferle süslemek istiyordu.
Muhteris bir kişilik
Savaşa sıcak bakmayan, nam-ı diğer “Avcı
Mehmet’i hem kendi çabası hem de araya soktuğu güçlü devlet adamlarıyla ikna
etmeyi başarır. Sadrazam, bu uğurda özellikle Yeniçeri Ağası Bekri Mustafa
Paşa’dan yararlanacak ve askerin kışkırtılması sağlanacaktır. Sonunda
istediğini alır.
6 Ağustos 1682 yılındaki Topkapı Divanı’ndan cenk kararı çıkar. Hazırlıklar bir
yıla kalmadan tamamlanır. O zamana kadar görülen en kalabalık Osmanlı ordusu,
13 Mayıs 1683’te aynı zamanda serdar tayin edilen Kara Mustafa Paşa
önderliğinde Avusturya üzerine yürüyüşe geçer.
Osmanlı Sultanı IV. Mehmet, öncelikli olarak Yanık ve Komeran kalelerinin
fethedilmesini ister. Ancak muhteris bir kişiliği olan vezir-i azam onun bu
isteğini çok basit sayarak görmezden gelir. Amacı bir an önce Viyana’yı ele
geçirmek ve imparatorluk tarihinde kendisine bambaşka bir sayfa açtırmaktır.
27 Haziranda (1683) Sadrazam Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa, İstoni-Belgrad'da Dîvân-ı Harbi topladı. Viyana'yı alıp
orada Almanya'ya sulh şartlarını dikte edeceğini, yoksa Yanıkkale'nin
alınmasının Almanya'ya has eğdirmeyeceğini ve Macar işlerinden el
çektirmeyeceğini bildirildi. Vezirler şaşırdılar. Vezir Dâmâd İbrahim Paşa,
Padişah iradesinin bu yıl Yanık ve Komaran'ın alınması ve akıncılarla Orta
Avrupa'ya gözdağı verilmesi olduğunu, belki gelecek yıl Viyana'ya
gidilebileceğini söyledi. İmre Tököli de aynı görüşteydi.Fakat, Kara
Mustafa Paşa, Viyana üzerine yürüyüp 14 Temmuz 1683 de kuşattı.
Bunu öğrenen Padişah "Kasdımız Yanık
ve Komaran kaleleri idi; Beç(Viyana) kalesi dilde yoktu; paşa ne acîb
saygısızlık edib bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak Teâlâ asan (kolay) getüre;
lâkin mukaddem (önceden) bildireydi rıza vermezdim" demişti. Osmanlı
ordusu, yolda, 40 000 Alman'ı esir etmişti. Kırım atlıları, geniş bir alana
akınlar yaparak etrafı sindirdiler. Avusturya İmparatoru, Viyana'yı bırakarak
Prag'a gitmiş, Avrupa devletlerinden yardım istiyor, asker toplamağa çalışıyordu.
Kara Mustafa Paşa. Viyana'ya bu, o zamana
kadar görülmemiş büyüklükteki ordu ile hücum etseydi, şehri alabilirdi, fakat
şehrin teslim olmasını bekledi. Kuşatmanın uzaması yanlış bir hareketti ve
tehlikeliydi, lojistik imkân da düşünülmemişti: "Bir kale kuşatması eğer
kırk günü geçerse, dışarıdan yardım gelmesi ihtimali çok kuvvetlidir. Kuşatma
süresi elli günü geçmişti ve askerler, atlarına ot bulabilmek için 15-20
saatlik mesafeye gitmek zorunda kalıyorlardı. Sadrazam, su ve ot sağlanması
işini düşünmeliydi." Kuşatma başladıktan sonra gelip orduya katılan,
Osmanlı Devletine bağlı Erdel Kralı Apafi Mihal de. Kara Mustafa Paşa'nın,
"korkmadan kanaatini söyle" demesi üzerine: "Sofraya pilâv konsa
evvelâ ortasından mı başlanır, yoksa kenarından mı?" diye sordu; vezîr-i
âzam "zahir kenarından" diye cevap verince hulâsa olarak şunları
söyledi:
"Askerinize, mühimmat ve cephanenize
söz yok; cümle Hıristiyan devletleri bir yere gelse hu cemiyete malik olamaz ve
mukabelenize (karşınıza) kimse gelemez; lâkin Beç sarp kaledir; gelindiği gibi
eğlendiritmeyip yürüyüş ve vire ile alınması mümkün olaydı güzel iş idi ve illâ
teenniye göre fethi gittikçe güçleşir ve bu kadar insan ve hayvana (yiyecek ve
ihtiyaç bakımından) dağlar dayanmaz; ganimet elde edenler kaçarlar; hem kaht u
galaya (kıtlık ve pahalılığa) uğrar, hem de buralarda erken gelen kıştan çok
sıkıntı çekersiniz; haber aldığımıza göre imparator Hıristiyan devletlerden
yardım istemiştir; benim fikrim bu idi ki Yanıkkale'sinin zaptına himmet edip
kışı orada geçirip düşman topraklarını vurmuş olsa idiniz İmparatoru amana
düşürürdünüz, madem ki Yanıkkale'sini almadınız, Tuna'nın etrafını vurup sonra
Uyvar üzerinden Budin'e gidip kışı orada geçiriniz".
Polonya Kralı Jan Sobieski kalabalık bir müttefik ordusunun başında Viyana'ya
yardıma geldi. Kara Mustafa Paşa, 12 Eylülde, iki aylık kuşatmayı kısmen
kaldırıp savaşa tutuşmak zorunda kaldı. Osmanlı ordusu ağır bir yenilgiye
uğradı, birçok kayıp verdi. Viyana önünde, bütün ağırlıklarını, savaş
malzemelerini bırakarak çekildi. Savaşta ilk bozulan sağ kanadın başında
bulunan İbrahim Paşa'yı idam ettiren Kara Mustafa Paşa'nın kendisi de
Belgrad'da idam edildi. İbrahim Paşa öldürüleceği sırada: "Bu adam beni
haksız yere öldürüyor, zayiatı telâfi edecek yine odur; Padişahımıza söyleyin,
öldürmesin" demişti. III. Mustafa Paşa, Kırım Hânı'nı da azletmişti.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, çok
kabiliyetli, fakat sân ve şöhret düşkünü idi. Siyasî bir yöneticiden çok, sert
bir asker görüntüsü vermektedir. Onu bu yanlış yola sevkeden Reîsü'l Küttâb
Mustafa da, Edirne'de asıldı.
Bozgununun sebepleri
1-Sefer, Viyana'ya karşı düşünülmemişti,
bunun için, ağır kuşatma toplan götürülmemişti.
2-Kara Mustafa Pasa. Reîsü'l Küttâbın
pohpohlamasına aldanıp bu işe yalnız başına karar vermişti. (Fransa'nın da
teşvikinden söz ediliyor). Padişah, Kırım Hanı, Tököli İmre. Apafi Mihal. Uzun
İbrahim Paşa, bu işin yanlışlığının farkındaydılar. Pâdişâh, 'önceden haberim
olsaydı razı olmazdım' demiş, sonra yine de isin kolay olmasını dilemişti. Kara
Mustafa Pasa, görüşüne karşı çıkanları şiddetle tekdir etmiş, savaşta canla
başla çalışmalarını önlemişti.
3-Bu kadar kalabalık orduyla gidildikten
sonra, bekleyip vakit geçirmek yanlıştı. Viyana'nın hücum ile alınması çok
kuvvetle muhtemeldi, "Viyana surlarında ikişer metre eninde 6 gedik ve bu
gedikleri genişletmek için diplerine lâğımlar yerleştirilmiş ve ateşlenmek
üzere gördükleri manzara, Müttefik hükümdarları dehşete düşürdü." Viyana
hücumla alınsa, askerlerin yağma hakkı vardı; teslim olursa, her şey hazîneye
ait olacaktı.
4-Mustafa Paşa. çevresindekileri kırmıştı:
İbrahim Paşa'yı bunaklıkla, Apafı Mihal'i korkaklıkla suçlamış, Kırım Hanı
Murat Gıray'ı kokmuş at eti yemekle aşağılamış, onu, Tuna üzerindeki köprüyü
tutmağa gönderdikten sonra, köprüyü savunmak için birkaç kez istediği hâlde,
Kırım Hanı’na top göndermemişti. Kırımlılar hafîf süvari idiler, karşıdan
gelenler ağır donanımlı, zırhlı birliklerdi. Üstelik, akınlar yapıp çok ganimet
almış olan Kırım atlıları, bir an önce geri dönmek istiyorlardı. Bu durumdaki
askerin ne kadar istekle savaşacağı düşünülmemişti. "Murat Giray,
maiyyetini Selim Giray gibi zapt ve rabttan âcizdi; kuvvetleri üzerinde otoritesi
olmadığı görülüyordu."
5-Etrafa akınlar yapıldığı için pek çok
ganîmet ele geçirilmişti, orduya katılmış olan esnaf, malları yükleyip gündüz
yola çıkarak ordudan ayrılıp gidiyordu. Bu hareket de askerler üzerinde olumsuz
etki yapmıştı.
6-Asıl önemlisi de, 1683 yılında, balık
baştan kokmada hayli mesafe almıştı. Kara Mustafa Paşa'nın, İstanbul'da,
saraydaki iki rakibi, bozgun haberini öğrenince, sevinçlerinden mendil çıkarıp
oynamışlardı.
7- Yine, çürümüşlüğün çarpıcı tabloları
vardı: Kuşatma sırasında Osmanlı askerleri, kutlu üç aylarda bile, İslâm'a
uymayan davranışlarda bulunmuşlardı.
Cihâd prensibi üzerine kurulmuş olan ordu,
kuruluş temelini unutmuş, 14. yüzyıldaki Avrupa ordularının durumuna düşmüştü.
Viyana’nın
en tatlı sonucu
Tüm bunlarla birlikte, kuşatmanın detayların
gülümsediği tarih sayfalarına ilişen farklı bir sonucu da bulunur. Bu aynı
zamanda hoş bir koku da yaymaktadır. Kokunun sırrı, Viyana’yı dolaylı yoldan
kurtaran fırıncılardadır. Kendilerine büyük bir önem atfeden Viyanalı
fırıncılar, başarılarını ölümsüzleştirmek isterler. Bu amaçla Türkleri temsil
eden “Hilal biçimli” bir çörek icat ederler. Zaman içerisinde, Avusturya’dan
Fransa’ya geçen çörek sonraki yıllarda bize kadar ulaşır. Bu, tüm dünyada
bilinen adıyla, Fransızca, “ay” manasına gelen “kruvasan”dır.