Aslında bu yazım önceki gün
yayımlanacaktı. Fakat seyahat dönüşü
yoldayken aldığım acı haberden dolayı, vefa
borcu münasebetiyle ve hatırasına saygı dolayısıyla rahmetli kadim dostum Hasan ULUSOY için bir şeyler yazmak
istediğim için, ufak bir takdim
tehir oldu, bağışlayın.
Deniz banyosu tedavisi amacıyla ve
Temmuz sonu itibariyle iki haftalık bir tatil yapmam söz konusu oldu. Bu münasebetle eşimle birlikte
zorunlu olarak Mersin’ e gittik.
Aynı amaçla geçmiş yıllarda da
gitmişliğimiz olduğu için, aynı yer
tercihimiz oldu. Ne var ki son iki
senedir çeşitli vesilelerle bu imkânı sağlayamamıştım. O itibarla da vardığımızda bu son iki senenin boşluğunu bariz
şekilde gözlemleme fırsatım oldu.
İki sene öncesine kadarki
seferlerimde, hemen hemen dikkate
değer bir olağanüstülük görmez iken, bu
defasında tabir caizse şok oldum. Neden
derseniz, bizim Mersin olmuş tersin!
Çarşısı – pazarı – AVM’ leri – sahilleri – plajları, velhasıl her yer! Nereye baksan hangi yere gitsen, kendini adeta Ortadoğu ülkelerinden birisindeymişsin zannedersin! Her taraf şalvarlı – fistanlı – peçeli’ den geçilmiyor!
Bir doksan - iki metre boyunda ızbandut gibi, taşı sıksa suyunu çıkaracak zebellah vatan kaçkınları, burada sahillerimizde keyif turu
atarken, bizim garibim
Mehmetçiklerimiz onların topraklarını koruma uğruna şehit oluyorlar! Oysa onlar gününü gün ediyorlar!
Lüks tesislerin yazlık bahçelerindeki
dinlenme mahallerinde, şezlonga
yahut salıncağa yayılarak oturup, bir
eliyle neyi diğini bilemediğim hatuna sarılmış, öbür eliyle de nargilesinin marpucunu tutarak fokurdata – fokurdata keyif çatıyorlar!
Kendilerince millî giysileri olan
fistanın üstünden, bir taraftan göbeklerini
kaşıya – kaşıya, bir yandan da salına –
salına yürüyerek, sağa – sola caka satışları hiç çekilmiyor
doğrusu! Benim vatanımda – benim topraklarımda bu havaları kime
ve niye diye soruyorum kendime!
Yine benim vatanıma ve benim
topraklarıma sığınarak gelip, bu
milletin çoğunluğunun dini vecibeleri ve mezhebi doğrultusunda kıldırılan
namazlarımıza muhalefet ederek, kendilerine
göre namaz kıldırılmasını talep edebilmeleri densizliğini de kabûl edemiyorum
doğrusu!
Geçtiğimiz hafta Cuma Namazı için
Mezitli Teşvikiye Camiine gitmek nasip oldu.
Bu vesile ile namaz vaktine kadar birileriyle tanışıp – görüşerek bilgi almaya çalıştım. Tanıştığım kişilerden birisi de tesadüfen 90’ lı yıllarda Kırıkkale de MKE’ de falan çalışmış, emekli olmuş, Kayserili Tacettin URGAN
Bey idi. Kendisi mevcut caminin
yapımı sırasında kurucu dernek başkanlığı da yapmış. Sağ olsun, şimdiki
yönetici Ferit KAPLANER Bey ile de
tanıştırdı.
Sohbet ortamında orada bulunan cami
cemaatinden iki konu anlatıldı. Bir
üst paragrafta bahsetmiş olduğum kendilerine göre namaz talebinin değişik
versiyonu idi.
Geçenlerde cami imamının izinli
olduğu bir günde, oysaki caminin
idaresiyle ilgili bir organizasyon olmasına rağmen, bizim Arap varıyor imamın cübbesini giyiyor, sarığını kafasına geçiriyor ve namaz kıldırmaya yöneliyor! Elin oğlu kendi kafasına göre
durumdan vazife çıkarıyor. Tabii
ortalık karışıyor, sonra da
yatışıyor!
Ama şu anlatılan ise gerek benim
tespitlerim ve gerekse sohbet ortamında anlatılanların hepsine taş çıkartır
vaziyette. Sıkı durun, panik yapmayın!
Birgün caminin neredeyse dolmuş
olduğu bir zaman diliminde, elinde
çantası ile fistanını sürüye - sürüye ve cemaati yara – yara en ön birinci safa geçip,
birilerini sağlı – sollu iterek, kendisine yer açarak önce çantasını
önüne koyup sonra oturan bu mülteci din kardeşimize herkes haklı olarak tepki
gösteriyor. Çünkü dininizce kimsenin
kimseye üstünlüğü yoktur ve kimse kimseyi rahatsız etme hakkına da sahip
değildir.
Caminin yönetimi ortamı yatıştırmak için bu
duruma müdahale ediyor. Bizim Arabın
verdiği cevap ne biliyor musunuz? ( - Ben Türkün arkasında namaz kılmam! ! ! )
E, şimdi gel de sen ne dersen de
kendini bilmez densize! Ulan behey
dürzü, sen kimsin ki, benim vatanımda bana üstünlük
taslayacaksın? Kaldı ki üstünlük
ırkta değil takvadadır bilmiyor musun?
Peygamber efendimizin sahih bir hadis
– i şerifinde; ( - Ben Arabım, fakat Arab
benden değildir! ) diyor. Bu
dinin peygamberinin bile kabûl etmediği bir yaratık, fırsat verilince gör ne yapıyor! O yalelliler değil miydi Yemen Çöllerinde aslan gibi
Mehmetçiklerimizin kanına giren! Ne
idüğünü bilemediğimiz bir oyunun sonu,
bugün onların torunları olan kucak açtıklarımız, bunların ahvali coğrafyası ne yazık ki bu işte!
O günkü Cuma vaazının sonunda hoca
efendi bir duyuru anonsunda bulundu. Bilindiği
üzere Diyanet İşleri Başkanlığı camilerimizin elektrik giderlerini ödeme
kapsamında, ısıtma ve soğutma (Kalorifer – Klima) giderlerini
karşılamıyor. Bu masrafı da cami
yönetimi cemaatten yardımla toplayıp öyle ödüyorlar. Her tarafta da bu böyle.
Hoca efendi anonsunda caminin (1.200. – TL) Elektrik (yani klima) borcunu ve bunu da
cemaatin yardım paralarıyla ödemek zorunda olduklarını açıkladı.
Caminin kapalı alanı 350 kişilik olup, açık alanıyla birlikte yaklaşık 500 cemaatlik bir yer.
Bu toplam cemaatinde nerdeyse yarıdan fazlasını, yine bizim din kardeşleri teşkil ediyor.
Bizim mülteciler namaz vakitleri
dışında camiye gelerek açıyorlar klimaları yayılıp oturuyor. O sıcaklarda püfür –
püfür öfff serinliyorlar! İçlerinde
otururken Kur – an ı Kerim
okuyanlarda oluyor tabii. Ama o sarf
edilen klima elektriğinin parasının ödemesine gelince de, yönetimin alnının damarı çatlıyor o parayı toplayıncaya kadar.
Yerine göre bizim memleketimizde
olmayan marka ve modelli arabalar altlarında, icabında denize sıfır kiralık villa ve sitelerde yaşam
sürdürenleri ayrı bir hava!
Bunların dışında birde bıçkın
delikanlıları var! Kavga – döğüşten gasp’ a kadar, hırsızlık – soygunculuktan adam öldürmeye ve fuhuştan kadın pazarlamaya kadar
bilumum melâneti bir eksiksiz tatbik edenlerden de bahsetmiyorum daha da!
Bütün bunların yanı başında yine
kendi milliyetine mensup olup,
icabında çevresindeki konu –
komşularının yardım ve destekleriyle hayatlarını idame ettirenlerde var.
Bunun ötesinde birde bizim garibim ‘’ BAYIRBUCAK TÜRKMENLERİ ’’ var ki, hallerine insanın içi parçalanıyor! Arapların en en en’ lerinden bile
daha mağdur – daha düşkün – daha muhtaç haldeler! Ötekiler bizim din kardeşimizken, berikiler üstelik birde kan
kardeşlerimiz bizim! Gariplerin üste
yok – başta yok – ayakta yok! Yürümeye mecalleri bile yok!
Ötekiler icabında kendi yurtlarında
iken den daha rahat ve serbest bir yaşam sağlarlarken, beriki gariplerimde sadeci bir dilim kuru ekmeği temin
edebilmenin mücadelesi içinde hayata tutunmaya çalışıyorlar!
Ötekiler lüks yerlerde göbeklerinin
kaşıyarak, nargilelerini fokurdatarak, son model arabaları içinde fink
atarak yaşarlarken, bizim gariplerde
sadece ayakta kalabilme kavgası veriyorlar!
Bu vatanın asker evlatları da onlar için oralarda şehit olup geliyorlar. Tabii bu gördüğüm ve yazdığım, yurdumuzun hemen her yerinde, ufak – tefek nüans farklılıklarıyla ve maalesef aynıyla vaki olan
gerçeklerdir. Onun için ne kimse
alınsın ve nede gocunsunlar!
Daha şimdiden şahit olup yukarıda aktarmaya çalıştığım
olumsuzlukların, yarınlarda bizlerin
başına ne çoraplar öreceğini kestirmek hiçte zor olmasa gerek! O nedenle vakit varken ve yol
yakınken bu ve benzeri durumlara temelden köklü bir çözüm getirilmesinin milli
bir vazife ve dahi dini bir vebal olduğu düşüncesiyle, ilgili ve yetkililerine arz olunur.