Yazının
başlığı belki biraz garibinize gelebilir.
Fakat özetle anlatmaya çalışacaklarım,
geçen gerçekler olduğu için bunu öncelikle belirtmek istedim.
Sene
1976’ nın
bu ayları idi. Bir yıl önce
yurtdışından dönüş yapmış, birkaç ay
önce de o zamanki ‘’TOFAŞ’’ tan ‘’MURAT – 124’’ sıfır bir araba
çekmiştim. Ç. Ç. Boru Fabrikasında çalışıyor, arabanın taksit borçlarını ödeyebilmek için de sabah – akşam, gidiş – dönüşlerde
taksi – dolmuş yapıyordum.
Rahmetli kayınbabam da o zaman
İstanbul’ daki hemşehrisi Hasan Bey’ in sahibi olduğu ‘’FIRAT TURİZM’’ adına hac organizasyonu yapıyordu.
O yıllarda karayoluyla yapılan hac
organizasyonunda, güzergâhtaki tüm
Arap devletlerinin konsolosluklarından pasaport vizesi yapılmak suretiyle
gidilip – geliniyordu.
Buradan yapılan organizasyonda
kayınbabam işin her şeyini üstlenmek suretiyle yürütüyor, ben de boş zamanım nispetinde yardımcı oluyordum.
Şirket merkezi İstanbul ve diğer yerlerin
hacı adaylarının pasaportları İstanbul’ da toplanıyor ve bir valiz içerisinde, hemşerilerinden birisiyle özel kurye
olarak Ankara’ ya geliyor, buradan
da biz çanta içinde toplanan belgeleri alıp Ankara’ da buluşarak, başlıyorduk konsolosluklardan vize
randevusu almaya. İşin yoksa artık
günlerce konsoloslukların kapılarında nöbet tutuyorduk!
Yurt içinde hudutlarımız dâhilindeki
tüm işlemler tamamlandıktan sonra da, şirketin 15 – 20 otobüsü hac yoluna revan oluyordu. Bundan sonra hacı adaylarının yurt dışı serüveni başlıyordu.
Yine o zaman kafile düzenleyen
şirketlerin belli bir otobüs sayısına bağlı olarak kafilede bir de ambulans ve
sağlık yetkilisi bulundurma zorunluluğu vardı. Babam rahmetli de aynı şirket bünyesinde bu kategoride hac
farizasını ifa etmişti.
Sistem hakkında bu bilgilere sahip
olduğum için, kafile başkanlığı
yapan kayınbabamdan, o seneki
kafilede bende exra ücret almadan,
arabamla yurtdışı hizmetini vermek suretiyle hac farizamı yerine getireyim istedim.
Fabrikadan üretimden çıkan
otomobillerin motorları, o
tarihlerde ilk kullanıma yönelik bizim ‘’motor
açma’’ dediğimiz usta bir şoförün elinden geçmemişse, ‘’sağır’’ tabir ettiğimiz şekilde kalır ve ilânihaye o araçtan
yeterli performans alınamazdı.
İşte ben de arabanın motorunu açma
sürecinde bulunuyordum. Kayınbabam
benim hacca gidiş talebime karşı çıktı.
(- Bre oğlum daha arabanın motorunu açmadın, gözün üstünde. Bu yol
meşakkatli. Allah ömür – sağlık verirse senesi var devamı var. Kısmet olursa o zaman gideriz.) diye beni sözde ikna ederek
alıkoymuştu.
Ertesi seneden itibaren de
karayoluyla hac işi yasaklandı! Dolayısıyla bizim umudumuz suya düştü. Ama hacda servis işlerini yürütmek
amacıyla bu seferde sezonluk olarak Türkiye’ den otobüslerin gidişine müsaade
edildi.
Yurtdışında iken oradaki trafik düzen
ve sistemini öğrenmek amacıyla aldığım eğitimin ehliyeti buradaki statüye göre ‘’ağır vasıta’’ ya tekabül ettiği halde, 1975’ te döndüğüm zaman buradaki uygulamaya
tahvil ettirdiğimde, bir alt
kategoriden çevriliyor oluşundan dolayı bana o zamanki ‘’profesyonel’’ dediğimiz binek araç ehliyeti yani ‘’B’’ vermişlerdi.
Evdeki hesap çarşıya uymaz misali, benim ilk plan iptâl olunca bu defa
ikinci çareye başvurdum. O sıra
Kırıkkale’ ye kurulan ‘’Emniyet Trafik
Şubesi’’ ne tevdi edilen sürücü ehliyeti verme yetkisi dolayısıyla, yeni uygulamaya yönelik burada
imtihana girerek ehliyeti değiştirip ilk şekline yani ‘’E’’ ye çevirttim. Böylece
servis otobüs şoförlüğü şeklinde gidebilirliği sağladım.
Ben bunu sağlamasına sağladım ama kim
benim bu şekilde ve bilâ bedel hizmetle hacca gitmek istediğimi biliyordu ki? Bu defada çevrede ne kadar bu işlerle
uğraşan eş – dost – tanıdık ve firmalar varsa hepsine
haber verdim. Pasaportum da dâhil
her şeyim kendimden olmak üzere gitmek istediğimi bildirdiğim halde, senelerce bu formülümde tutmadı!
Artık umudum kalmamış ve yaşımızda geçmeye
başlamıştı. Bu defa da Diyanet
İşlerinin Hac Listesine yazılmaktan başka çare kalmamıştı. Eşimle birlikte gitmek üzere oraya kaydımızı yaptırdık. Ondan sonra da 3 sene, 5 sene 8 sene bekle Allah bekle ki kur’ a
çekilişinde çıkasın da gidesin! Yok
Allah yok!
Biz her sezonun kur’ a çekilişinden
umudumuzu bir sonrakine ertelerken, yâni
çağırılmayı beklerken, bu kez büyük
oğlum bir vesileyle bizi ‘’UMRE
ZİYARETİ’’ ne göndermek üzere her şeyi hallederek bize sürpriz yaptı!
Hâl böyle olunca usûl olarak önce hac
sonra umre farizasında, bir takdim – tehir yaparak, bizim umre öne geçmiş oldu.
Yaklaşık bir haftalık hazırlığımızdan
sonra da, Allah nasip ederse ‘’Kırk bir yıllık hayâl’’ imiz bir
şekilde gerçekleşmiş olacak. Bir
şekilde diyorum, zira esas
itibariyle ve hac farizası münasebetiyle çağırılmış olarak değil de, umre şeklinde ziyarete gitmiş
olacağız. Ama sonuç olarak bütün
bunların hepsi de kısmet ve nasip meselesi tabii ki.
Anadolu da yolculuk vedasına yönelik
bir deyim vardır: ‘’Gitmek var dönememek
var, dönüp gelip te görememek var’’ derler. İşte o misal yolculuğa çıkmadan ben de tüm dostlarıma ve
okuyucularıma veda etmeden önce haklarımı helâl ediyorum. Sizlerden de helâllik diliyor ve dualarınızı bekliyorum.
Cenabı Allah bir zeval vermezse, iki hafta sonra dönüp gelmek ve görüşmek
dileğiyle, hepiniz Allah’ a emanet
olun.