12 Ocak 1905 tarihinde İstanbul’da doğan Atsız, 6
yaşındayken Kadıköy’deki Fransız ilkokuluna başladı. Babasının görevi ve
çeşitli nedenlerden dolayı pek çok okul değiştirdi. 1922 yılında lise
öğrenimini tamamladıktan sonra askeri tıbbiyeye girdi. Askeri tıbbiyenin ikinci
sınıfındayken, Arap asıllı Bağdatlı bir teğmenin kasti bir şekilde lüzumsuz bir
yerde istediği selamı vermediği için askeri tıbbiyeden çıkarıldı.
1926 yılında İstanbul Darülfünunun Edebiyat
Fakültesindeki Yüksek Muallim Mektebine kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere
çağrıldı. Askerliğini İstanbul’daki Taşkışla’da yaptı.
1930 yılında “Edirneli Nazmi’nin Divanı” üzerine
mezuniyet çalışması yaparak edebiyat fakültesine bitirme tezi olarak verdi.
Mezuniyetinden sonra Prof. Dr. Fuat Köprülü tarafından asistanlığa alındı.
Atsız’ın
sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay,
Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimleri sayabiliriz.
Atsız, Mayıs 1931'den, 28 Eylül 1932 tarihine
kadar Atsız Mecmuayı çıkardı. Bu Türkçü ve Köycü dergi, devrinde ilim, fikir ve
sanat alanında büyük tesir yaratacak Türkçü bir çığır açtı. Bu dergi adeta
cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü oldu.
1932 yılında Ankara'da toplanan birinci Türk
Tarih Kurumu toplantısı esnasında, ilmi olmayan bir tarih tezine karşı çıkan
hocası Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ı desteklediği için; hiçbir kanuni sebep
yokken Atsız’ın üniversite asistanlığına son verildi. Atsız, Mart 1933 Malatya
Ortaokulu’na, 8 Nisan 1933 tarihinde de Edirne Lisesi’ne Türkçe öğretmeni
olarak atanmıştır. Edirne'de iken Atsız Mecmua’nın devamı mahiyetindeki aylık
Türkçü dergi olan Orhun'u çıkardı. Bu derginin 9. sayısında TTK’nın liseler
için hazırladığı dört ciltlik tarih kitabının yanlışlarını eleştirdiği için
Maarif Vekâleti emrine alındı. Orhun dergisi de kapatıldı. 9 ay vekâlet emrinde
kalan Atsız, Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na tayin edildi.
27 Şubat 1936'da Bedriye hanımla ikinci
evliliğini yaptı. Yağmur ve Buğra adlı iki çocuğu oldu. Atsız Beyin küçük oğlu
olan Buğra Atsız Almanya'da Türkoloji sahasında doktora yapmıştır.
Atsız, Deniz Gedikli Hazırlama Okulunda 4 yıl
çalıştıktan sonra buradan da ihraç edildi. Bunun üzerine Atsız, Yüce Ülkü
Lisesi’nde ve Özel Boğaziçi Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Boğaziçi Lisesi’nde
öğretmenken Orhun'u yeniden neşre başlayan Hüseyin Nihal Atsız'ın bu dergide
yazdığı yazılar büyük yankılar uyandırdı.
Birçok olaylar çıktı ve Hüseyin Nihal Atsız, aralarında
Alparslan Türkeş, Orhan Şaik Gökyay, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan ve
Osman Yüksel Serdengeçti gibi önemli isimlerin 3 Mayıs 1944’te tutuklandı. Bir buçuk yıl tutuklu kaldı daha
sonra beraat etti.
Nisan1947'den 1949'a kadar kendisine iş
verilmediğinden geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kaldı. 13
Mayıs 1952'den 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalıştı. 15 Ocak
1964 tarihinden Aralık 1975 tarihine kadar da Ötüken dergisini çıkarttı.
Hüseyin Nihal Atsız Bey
11 Aralık 1975 Perşembe günü ani bir kalp krizi ile uçmağa varmıştır. 13 Aralık 1975
tarihinde Kadıköy Osmanağa Câmii’nde kılınan ikindi namazını müteakip
Karacaahmet Mezarlığı’da defnedilmiştir.
Sözleri
Milletleri millet yapan, uğrunda ölecekleri
yüksek ülkülere bağlanmış olmalarıdır.
Milleti yapan unsurlardan biri de din olduğuna
göre, Türkler‘in dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki,
Türkler‘in dini Müslümanlıktır. Eski dinimiz olan Şamanlık’dan da bazı unsurlar
alarak bir Türk Müslümanlığı haline gelen bu din, on yüzyıldan beri bizim milli
dinimiz olmuştur.
Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil
bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile
işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı?
Kendimize dönelim. Ahlak, edebiyat, musiki,
giyim, zevk, yemek, eğlence, hukuk, aile, adet, anane ve her şeyde milli
olalım.
İstek ve inanç, her güçlüğü devirir.
İnsanları insan yapan, büyük bir düşüncenin
ardından koşmalarıdır. İnsan, şeref için ve muhteşem saydığı bir gaye için
ölmesini bilen yaratıktır.
İlk düşüneceğimiz şey: Türkiye’de Türk
Kültürü’nü hakim kılmak, yabancı tesirleri silkip atmaktır.
İlim ve hakikat, siyasetin oyuncağı olamaz.
İktisadi doktrinler çabuk değişir, değişmeyen
prensipler, milliyetçilik prensipleridir.
Her Türkçü, bulunduğu yerin görevini inançla
yaparsa, Türkçülük ülküsü sağlamlaşır. Türklük güçlenir.
Hem duyguya, hem de düşünceye dayanan milli
şuur, bir milletin manevi kuvvetlerinden en önemlisidir.
Fedakarlık insanları da, milletleri de
asilleştirir, kahramanlaştırır.
En büyük kahramanlığı yapsanız bile en küçük
karşılığını beklemeyiniz.
Emperyalizm bir milletin başka milletleri hükmü
altına alması demektir.
Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul
etmiştir.
Dil; bir milletin sembolüdür. O milleti bir
arada tutan ve yok olmasını engelleyen biricik faktördür.
Bizim için önemli olan, dost kılıklı
yabancıların milli ülküyü güya milli çıkar adına baltalamasının önüne
geçmektir.
Bize bir gençlik lazımdır. Temelinde cehalet,
duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.
Bir millete, geçmişini unutturmak, onu yok
etmenin ilk şartıdır.
Bir gün ülkede milliyetçi geçinen politikacılar,
yöneticiler, sanatçılar, aydınlar hiç bir çıkar kaygısına düşmeden, yiğitçe,
korkusuzca Türkçü söylemlerde, Türkçü tavırlarla milletin karşısına çıkarlarsa
o gün Türkçülük büyük bir utkuya yaklaşır.
Bana göre Ticanilik, Nurculuk, yobazlık,
komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden
yoksunluktur.
Ahlak, millet yapısının temelidir. O olmadan hiç
bir şey olmaz.
Ahlakın meydana gelmesinde en önemli sebep
soydur. Bir toplumun ahlakı, soyunun karışması ile değişebilir.
Milletler fedakar fertlerin çokluğu nisbetinde
yükselir.
Yalnız kazancımızı, midemizi, maddemizi
düşünmeyelim. Bunu hayvanlar da yapar. Daha çok manaya, düşünceye, ülküye
dönelim. İnsanlık budur.
Yabancı hakimiyetler altında kırılan, sürülen
milyonlarca ırkdaşımızın bulunması bize vazifemizin büyüklüğünü ve şerefini
hatırlatsın.
Ümit, en sonra terk olunan şeydir. Ümitlerimiz
kırık değildir. Uğrunda çalışanlar, ızdırap çekenler, ölenler bulundukça
Türkçülük mutlaka zafer olacaktır.
Ülkü yolunda yürüyen milletler başka milletleri
hem korkutur, hem kendisine hayran bırakır.
Türk’ü, gerçek olarak, Türk’den başkası sevemez.
Türk Milleti, üç bin yıldan beri vardır. O’nun
varoluşu, büyüklüğü, gücü, tarihe damgasını vuruşu, yalnız milli karakteriyle
mümkün olabilmiştir.
Türklük ve Türkçülük ebedidir.
Türkçülük dün bir kaynaktı, bugün bir çaydır.
Yarın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duygu ve düşüncelerden gelen
bütün engeller yıkılacaktır.