Bir rivayet olunur ki; Resûl-û
Ekrem Efendimiz (sav), Allahû Teâlâ'ya yakarmaktadır:
-- Yâ Rabb! Diğer göndermiş olduğun
peygamberlerin dönemlerinde insanların ömürleri uzundu. 900- 1000 sene
yaşamaktaydılar. Sana daha fazla ibadet ve dua edebilme imkânları oldu. Oysa ki
şimdi benim ümmetimin ömrü onlar kadar uzun değil ve onlar kadar ibadet, dua
edemeyecekler.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ da hemen
Cebrail aleyhisselâm ile vahyini gönderir:
-- Ya Muhammed. Ben senin
ümmetlerinin ömrünü kısa tuttum ama öyle geceler, öyle aylar, öyle günler
sunacağım ki, bir günü bin aya, bir ibadeti yüz ibadete sayılacak.
Yüce kitabımız
Kur-an'ı Kerim'in yeryüzüne indirildiği ve Kur-an'ı kerimde kandil olarak ismi
zikredilen tek gün olan bin aydan daha hayırlı bir gece Kadir gecesinin
bulunduğu mübarek bir ayı geride bırakıyoruz. Bir sevaba, bin sevap yazıldığı,
iyiliği konuşmanın hatta düşünmenin bile mükâfaatı olan bir ay. Ve o ay ki;
ramazanı şerifenin son on günü kadir gecesi gibi görülüp, herbir gününe bin
sevap yazıldığı bir ay!
Meleklerin
rahmet olup, şerha şerha yeryüzine indirildiği bir ay.
Recep ve
Şaban aylarında tutulan oruç ve yapılan ibadetletin sevapları belli iken, büyük
müjdelerin verilip mükafatın misliyle fazla olacağı bir ay.
Bereketin, bolluğun,
rahmetin, huzurun ve maneviyatın tüm ruhlarla bütünleştiği bir ay.
Sadece yaşayan değil, ölmüş
olanlara bile rahmetin inip, kabir azabının durdurulduğu bir ay.
İşte böylesine her
saniyesi maneviyat kokan, huzur kokan, rahmet kokan mübarek bir ayı geride
bırakıyoruz. İçimizde buruk bir hüznü, sanki sevdiğinden ayrılmışçasına
yaşıyoruz. Hanemize yazılan sevap sevincinin, ayrılıkla yoğrulduğu bir hüzün.
Ne mutlu ki, elinden geldiğince yoksulu doyurup yetimi gözeterek, bir hastayı
ziyaret edip, bir müşkülâtı gidererek ve ibadetlerini yaparak bu muhteşem ayı
ihya edenlere...
Hani derler ya; nerede o eski
ramazanlar diye. Peki ramazan-ı şerif de demez mi; nerede o eski müslümanlar
diye!
Sıradan bir aymış gibi
kadrini bilemeyenlere de hidayet diliyoruz ki; her zaman da böyle fırsatlar ele
geçmez. Böyle günlere kavuşamayabiliriz. Yarına kimsenin garantisi yok!
* * *
Bu sene seçimlerin de erkene
alınmasıyla ramazan ayı sanki biraz manevi hazzından uzak gibiydi. Huzur
sohbetleri yerini siyasi çekişmelere, teravih sonrası ilahiler de yerini seçim
marşlarına bıraktı.
Bu dönemde siyasiler, bir
takım yardımlar ve iftar sofraları ile halkı gözetse de, temennimiz o dur ki;
bunun sadece seçim döneminde kalmayıp, fakir fukaranın her daim hatırlanması.
Halkı makam için değil, Hakk için gözetmeli! Mazallah işe riya karışırsa ki,
riya ile ilgili yaptırımını yüce Allah, Maûn suresinin 4.-5. ayeti
kerimelerinde bildiriyor.
Düşkün insan, fakir
insan yılın sadece bir ayında değil, her zaman yardıma muhtaç!
* * *
Bizler, bir çok
hususta olduğu gibi bu mübarek ayı da anlayamadık, anlatamadık ya da yanlış
anladık. Yüce Rahman'a ibadet edebilmenin acziyetinde olduk hep.
Orucu, sadece yemek ve
içmekten men edilmek saydık. Oysa ki Yüce Allah'ın bizim yemeği ve içmeyi
bırakmamıza ihtiyacı mı var ki!?..
Sakızın orucu bozup
bozmayacağını merak ettik ama kul hakkı yemenin kefaretini merak etmedik!
Sigara içmenin orucu
bozup bozmayacağını merak ettik, ama ağızdan çıkan küfrün, hakaretin, kalp
kırmanın kefaretini hiç merak etmedik!
Göz damlasının orucu bozup
bozmayacağını merak ettik, ama harama bakan gözün kefaretini hiç merak etmedik!
Esasında "BİZ
ORUCU BEDENİMİZLE TUTTUK, NEFSİMİZLE BOZDUK. Bunun kefareti ne ola?!
Elveda ya şehr-i
ramazan!
Yine gel. Rahmetinle, hikmetinle ve
müjdelerinle. Bir de; senin hikmetini bilecek zihinleri de getir!
Sağlıcakla kalın. Şimdiden iyi
bayramlar.