Bazen
insan içinde bulunduğu ortamı çözümlemekte zorlanır. Bulunduğu ortam ve zamanı
kanıksar ve onun normal olduğunu düşünerek yaşamaya başlar. Yani alışır. İşte
bu alışma tehlikelidir. Çünkü sormaz, sorgulamaz sadece günü yaşamaya devam eder
gider.
Bu günlerde bir önceki yazıda
dediğim adı konmamış savaşı benim güzide ülkem kendini büyük addeden ülke ve
onun kuyruklarına karşı amansız bir şekilde sürdürüyor. Bu savaş neden var? Neden
bizim üstümüze bu kadar çullanıp, yok etmeye çalışıyorlar.
Bunun pek çok nedeni var ama bizim
sadece Türk olmamız bile bu savaşta onların karşısında olmamız için yeterli
sebeptir.
İşte bu durumu gören bağımsız
Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı 2003’de aramızdan ayrılan Türk İslâm âleminin ‘Bilge Kral’ı, yakin dönemin dünya tarihine damga vuran şahsiyetlerinden
biri olan Aliya
Izzetbegoviç bakin yazdığı mektup ile Avrupa’nın
gerçek yüzünü nasıl anlatıyor, Türklere nasıl sorumluluk yüklüyor…
Biraz
uzun olduğu için birkaç bölüm halinde çıkacak, lütfen takip edin, edin ki ne
denli önemli bir mektup olduğunu ve günümüze nasıl uyduğunu görün değerli
kardeşlerim.
“Merhaba
Efendim,
Ben
Aliya.
Aliya
Izzetbegoviç.
Bosna-Hersek’in
Cumhurbaşkanıyım.
Sizi
Devlet-i Aliye’nin en güzel şehirlerinden birinden, Bosna Sarayı’ndan, sizin
daha sık kullandığınız haliyle Saraybosna’dan selamlıyorum.
Bu
kısacık sohbetimizde, parçası olduğumuz Avrupa’dan, Avrupa’nın ve Batı’nın aslında
ne olduğuna dair bazı tecrübelerimden bahsetmek istiyorum.
Belki
bilirsiniz, benim dedem Devlet-i Aliye’nin ordusunda askerlik yapmıştı,
Üsküdar’da. Orada tanıştığı bir Türk kızıyla, ninem Sıdıka ile evlenmiş. Babam
Mustafa Bey, bu evlilikten doğmuş. Biz ailece 1927’ye kadar Bosanski Samac şehrinde
yasadık. Bu şehir Sultan Abdülaziz zamanında Müslümanlara tahsis edilmiş,
Semendire’den gelen Boşnaklar tarafından kurulmuş.
Ben
iki yasındayken Saraybosna’ya tasınmışız. Çocukluğum ve öğrenciliğim
Saraybosna’da geçti. Bu dönemde Yugoslavya’da Kara Corceviç hanedanı hüküm
sürüyordu. Bu hanedan, 19. yüzyılda Devlet-i Aliye’ye isyan eden Sırp Kara
Corceviç’in kurduğu hanedandı.
Birinci
Dünya Savaşı’ndan sonra Corceviçier planlı bir şekilde Müslüman halkı yok
etmeye yönelik politikalar uyguladı. Yapılan toprak reformuyla bize ait 10
milyon dönüm toprağa el koydular. Birçok zengin aile, bir gecede her şeylerini
kaybetti, Müslümanlar varlıklı uyandıkları günün aksamına fakir bir halk olarak
girdi.
Bosna’da
üç halk yasıyordu: Müslümanlar, Sırplar, Hırvatlar. Aslında onlar bizi Müslüman
diye ayırmıyorlardı, bize Türk diyorlardı. Sırpların gözünde 1389 Kosova Savası’nda
burayı fetheden Türkler bizdik yani Boşnaklar. (Siz de sorguladınız mı
bilmiyorum ama ben 28 Haziran 1389 ile 28 Haziran 1914 arasında küçük de olsa
kurnaz bir bağ olduğunu düşünmüşümdür. Hatırlarsınız, 28 Haziran 1914 günü,
Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip’in ateşlediği kursun,
Birinci Dünya Savası’nı başlatmıştı. Bu savaşın en önemli amacı ise Devlet-i Aliye’yi
çökertmek ve sömürgecilere karsı direnen son kaleyi tarumar etmekti. Bunu basardılar
da.)
Boşnaklara
sorarsınız, tarihi hafızamızda üç tarihin çok önemli olduğunu söylerler. Birisi
bu 1918. ikincisi Devlet-i Aliye’nin Bosna topraklarından çekilmeye başladığı,
Avusturya-Macaristan’ın yavaş yavaş hüküm sürdüğü 1878. Son olarak da artik
Türk hâkimiyetinin tamamen son bulduğu ve Sultan Abdülhamid’in resimlerinin
duvarlardan indirilip Avusturya-Macaristan imparatorunun resimlerinin asıldığı
1908. Babam o günleri gözü dolarak anlatırdı hep. Çünkü 1908’den sonra biz Boşnaklar
çok büyük sıkıntılar yasadık.
İkinci
Dünya Savası’ndan önce Sırplar ve Hırvatlar, ülkemizi ikiye ayırmaya karar
verdiler. Hangi şehirde kimin daha fazla nüfusu varsa, o şehir o devletin olacaktı.
Sırp ise Sırbistan’ın, Hırvat ise Hırvatistan’ın… Türklerin yoğun olduğu
bölgelerde Türkler hiç hesaba katılmadan sayım yapılacaktı. Tuhaf olan ise
Bosna’da en fazla nüfusa sahip milletin Türkler olmasıydı. İkinci ayrışmayı Soğuk
Savaş’ın sona ermesi ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla yaşadık. Bu yüzyılın bizce
en hazin, en zalim, en yoksul vakitleri, 1992 ile 1995 arasına âdeta
sıkıştırılmış o felaket günlerdi. Hele insan onurunun tamamen ortadan kalktığı,
vicdanin yok olduğu, insanlığın, evet insanlığın kaybolduğu Temmuz 1995…
Bilge kralın yazdığı bu çok önemli
mektup devam edecek…
Selam ve dua ile…