Hepimiz
hayatımızı idame ettirebilmek amacıyla belli bir yaşa geldiğimizde meslek
sahibi olabilmek için mücadeleye gireriz.
Kimimiz üniversite sıralarından geçip, doktor, avukat, mühendis, öğretmen olur,
kimimiz ticaretle uğraşıp esnaf olur, kimimiz belli bir puanla devlet
dairesinde işçi veya memur, kimimiz inşaatlerde, kimimiz de pazarlarda
çalışarak ekmeğimizi rızkımızı kazanırız. Hepizin gayesi aynı. Çoluk
çocuğumuzun nafakasını kazanmak ve onlara daha iyi bir hayat sunabilmektir.
Şurasını hepimiz biliyoruz ki, bu çalışma hayatımız belli bir zaman sonra,
yaşımızın da ilerlemesiyle çalışma gücümüz gitgide azalacak. Şartlarımız biraz
daha ağırlaşacak. Bunun için herkes emekliliğini garanti altına almak
gayesindedir.
İşe ilk başladığımız andan itibaren, sağlık sigortası yaptırarak, hem kendimizi
güvenceye alır, hem de belli bir primi doldurduğumuzda emekli olabiliriz.
Son yıllarda ülkemizin en çok sancı çektiği durumlardan birisi de, kısaca
"EYT" diye adlandırdığımız "Emeklilikte Yaşa Takılanlar"
mevzusu.
9 Eylül 1999'da çıkarılan 4457 sayılı yasa ile binlerce kişinin emekliliği
hayalde kaldı. HER EMEKLİLİĞİN SONU YAŞ'a takıldı. 1999'daki Marmara depreminin
kargaşası arasında çıkarılan yasanın içeriğini, pirim günü dolup da emekli
olmaya karar verenler net bir şekilde görünce bir deprem de onlar yaşadı.
Avrupa birliği uyum yasaları için çıkarılmış bir yasa gibi görünse de, asrın
felaketini yaşamış ve ekonomik anlamda sıkıntıya düşmüş bir ülke için bu yasa
kaçınılmaz olmuştu. Çünkü 1991 seçimlerinde Süleyman Demirel'in "kim ne
veriyorsa 5 fazlasını vereceğim" vaatleriyle erken emeklilik sistemi
gelmiş, henüz 30-35 yaşlarında insanlar emekli olmaya başlamıştı. Bir ülkede
emekli sayısı, çalışan sayısını geçiyorsa, bu sosyal güvenlik açısından tehlile
çanları çalıyor demektir. Yani her bir kişinin emekli olabilmesi için çalışan
sayısı, emekli sayısından fazla olması gerekiyor. Aktif/pasif denge ile çalışan
sayısı emekli sayısını forse etmesi gerekir. 1991 yılından, 1999'a kadar emekli
olanlar ekonomiye de bir hayli yük getirmeye başlayınca yasa kaçınılmaz oldu.
Bu yasa da geriye doğru işleyince binlerce insan bu sefer de mağdur duruma
düştü. 2002 yılında çıkan 4759 sayılı kanunla da kademeli geçişten yaş
sistemine dönüştü.
Bu mağdur olanların sayıları da öylesine çoğaldı ki, EYT Sosyal Yardımlaşma
Dernekleri bile kuruldu. Üstelik sayıları da 5 milyondan fazla.
Peki bu insanlar neden dernek kurarcasına örgütlendiler ve sürekli bir figân
içerisindeler? Çünkü şurası var ki; hukukta genel olarak kanunların uygulanması
yürürlüğe girdikten sonraki dönemi kapsar. Bir çok çalışanın emeklilik
hayalleri geriye doğru işleyen yasayla 10-12 yıl ileriye gitti.
Burada elbette ülke bütçesini düşünmek gerekir fakat göz önünde bulundurulması
gereken insanlar da var.
Özelleşen kurumlarda, devletle olan bir kaç yıllık sözleşmesi sona eren
şirketler, kadrosunu gençleştirmek maksadıyla 55-57 yaşındaki insanı işten
çıkarıyor. Emeklilik için gerekli primleri dolmuş. Ama yaştan dolayı emekli
olamıyor. Bu yaştaki kişiyi, kimse işe de almıyor.
PEKİ BU ADAM NE İŞ YAPACAK? NASIL GEÇİMİNİ SAĞLAYACAK?
İnşaatlarda yıllarca beli büküle büküle çalışan usta, 55 -60 yaşından sonra
çalışabilir mi? Primleri dolduğu halde yaş beklemek binlerce insanı zor durumda
bırakıyor.
Kamuda da emekliliği yaşa takılmış binlerce insan var. Yeni istihdamlar
oluşturmak adına çalışma gücü kaybolmaya başlamış insanlara emekliliğin yolunu
açmak gerekiyor.
Bunun için Avrupa'da uygulanan primli emeklilik sistemi getirilebilir.
Misal Almanya'da emeklilik yaşı 65-67. Fakat 63 yaşına gelince, kişi eğer kabul
ederse her eksik yaş için %2 düşük maaşla emekli olabiliyor. Daha sonra çalışsa
bile bunun maaşına etkisi olmuyor.
Bir de Finlandiya modeli var ki bu en uygunu diyebilirim. Emeklilik yaşı 65 ama
emekliliğine 2 yıl kalanlar isterse eksik maaşla emekli olabiliyor ve çalışmaya
devam ederse de çalıştıkları her yıl için emekli aylığı %2 artıyor.
Neticede ülkemizin ekonomik düzeni dengede tutulmaya çalışılırken vatandaşın da
yaşam koşulları, çalışma şartları ve yaş ömrü gözardı edilmemesi gerekiyor.
İnsanlar yıllarca beklediği emekliliğin hayalden öte olmayıp, mağduriyetinin
kaldırılmasını, bir af da ona getirilmesini bekliyor. Sosyal devlet anlayışı da
vatandaşının mağduriyetini gözetmekten geçer.
Vatandaşımız artık "EMEKLİLİĞİN SONU YAŞ" demek istemiyor.