(YADA ÖLÜMÜN ÖTEKİ YÜZÜ)
İlk
ayrılık ana rahminden başlıyor dokuz ay
bekledikten sonra .Ağlayarak dünyaya merhaba diyorsun,oysa her şey dahil keyif
çatarken ,Adem’in cennetten atılması gibi insanların dünyasına atılıyorsun.Hep
koruma altında devam ediyor hayat ,üzerinde gölge gibi seni takip ediyor Ana
şefkati/merhameti.Hiç büyümüyorsun delikanlı oluyorsun evleniyorsun çocukların
oluyor hep büyümeyen ana kuzusu gibisin. Tabiiki başlangıçtan sona dogru
yürürken Ana/Baba senden en az otuz yıl önceden başladıkları için hayata
yaşlılık onların kapısını çalıyor,akli melekeleri zayıflıyor,hücreleri kendini
yenilemiyor,hareketleri yavaşlıyor ve ihtiyar çocukluk evresine
geçiyorlar.Derken hastalıklar yavaş yavaş saldırıyor zayıflamış bedene o
savaşçı beden yerine savunmacı bedene dönüşüyor hatta ilaçlarla desteklenmezse
kendini savunamaz hale geliyor.Ellerinin,yüzünün, derisinin kırışıklığı
çogalıyor,gözleri artık görmede camın arkasından bile zor görür hale
geliyor,üzerine giydiği çamaşır sayısında gözle görülür bir artış
gözleniyor,alınganlık ve duygusallık had safhaya varıyor normal konuşman bile
kastetmediğin şekilde yaşlı bedene sahip beyni tarafından yorumlanıp servis
ediliyor sözcükler aracılığıyla.
Derken hastalanıyor ,oysa hasta olmadan önceki halini satışa çıkarsalar
neleri vermezsinki! bedel olarak.Başlıyorsun tıbben çare aramaya ama olmuyor
çünkü yaşlılık en büyük engelin oluyor. Bazan kızdıgın oluyor ses tonunda
yükselmeler oluyor tahammül sınırlarını zorluyor ,istiyorsunki senin istediğin
gibi davransın senin söylediklerini yaparak yaşamaya çalışsın olmuyor o kendi
içinde başka bir yolculuga hazırlanıyor sana çokta çaktırmadan.Hasta ve
hareketsiz kalan bedeni yavaş yavaş çökmeye başlıyor ,kaslar kemikleri
bırakıyor,dili peltekleşiyor ne dediğini anlayamıyorsun,kulağı artık seni
duymuyor bir başkasının yardımı olmadan hayatını idame ettiremiyor.Çocukken
onca yaramazlıkların, hırçınlıkların,uykusuz bırakmaların karşısında sabırdan
bir sütun olan kişi karşısında sen ona onun çok azı kadar tahammül
edebiliyorsun.
Ve derken hatane
kaçınılmaz bir durum alıyor ,112 ‘yi arıyorsun istemeden oysa ertelemek
istiyorsun biraz daha kalmak onunla olmak için .Hastaneye gidince sonucunu
tahmin ediyorsun vedalaşmamak için son uğraşlar boşuna mecburen doktorların
eline teslim ediyorsun o durumda biliyorsun yoğun bakıma yatıracaklarını
.Feveran ediyor beni bırakıp gitme ,beni öldürecekler diye ama ondan başka
seçeneğin olmadığını biliyorsun ve teslim ediyorsun kendi ellerinle .Hiçte
insani olmayan bir durumla karşılaşıyorsun haftada üç gün görebilme şansın var
oda beş dakika,istersen bunu iki kişi paylaşabilirsin yarı yarıya diyor görevli
sağlık memuru,sen yanına başkasını da alıp geliyorsun verilen zamanı ortaklaşa
kullanalım diye ama girişteki güvenlik görevlisi “yasak” diyor anlatmaya
çalışıyorsun olmaz talimat böyle diyor derken birinci görüşçüyü içeri
gönderdiğinde sağlık memuruna hatırlatmasını söylüyorsun ve beş dakikayı iki
kişiye bölüp sadece nasılsın diyebiliyorsun.
Artık bütün
uykuların tedirgin ve ürkek gece gelecek telefon çağrısına ayarlı
yatıyorsun.Derke gecenin 4:30’da telefon çalıyor içinden bir şeylerin gittiğini
fark ediyorsun,kayıtlı olmayan bir numara tarafından aranıyorsun ,ürkek ve
çekingen bir sesle aloo deyip beklediğin ama duymak istemediğin sonucu söylememesini
istiyorsun. Buraya kadar gelebilirmisiniz sıkıntılı bir durum var diyor
karşıdaki ses,tabiî ki deyip telefonu kapatıp aceleyle varıyorsun yoğun bakımın
önüne,yine yasakçı görevli gözlerinden sanki bütün gecenin yorgunluğu sızıyor
gibi uyumaya çalışıyor halde buluyorsun,durumu anlatıp bilgi istiyorsun içeri
gidip haber veriyor doktora ve beklenen an doktor ekibiyle birlikte çıkıyor
içeriden maalesef bütün uğraşlarımıza rağmen hayata döndüremedik kalbi durdu
annenin diyor.Orada avazın çıktığı kadar bağırmak istiyorsun kabullenmek
istemediğini söylemek istiyorsun ,hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorsun ama
yapamıyorsun oto kontrol devreye giriyor ve gözlerindeki ıslaklığa ve sesinin
titremesine engel olamıyorsun.Sabah aydınlanıyor morga iniyorsun yüzünü
açtığında sıcaklık, sanki ölmemiş hissi yaratıyor bir an,lütfen yeniden bakın
bak yaşıyor diyesin geliyor ama sadece yüzünü okşuyorsun ama öldüğünü
anlıyorsun ama kabul etmek istemiyorsun.Ve cenaze nakil aracına bindirip
mezarın yolunu tutuyorsun;Ahmet KAYA’nın “Toprak olmak ne garip şey
anne”şarkısının sadece bu dizeleri o an zihnini adeta esir alıyor .Toprağa
bırakıp gelmek yalnız bırakmak istemiyorsun.Açılan mezara imam efendinin hocam
aşağıya inermisin dediğini duyuyorsun ama inmek istemiyorsun çünkü vedalaşmak
zor geliyor.Tekrar edilince iniyorsun kucağına alıp sandık gibi açılan
topraktan eve yerleştiriyorsun yavaşça,ilk atılan toprakla beraber sanki senin
tarihin, çocukluğun, anıların,tüm geçmişini gömüyorlar gibi geliyor evet şimdi
vedalaşıyorsun tüm geçmişinle. Artık yeni tarih yazmak,yeni anılar biriktirmek
zorundasın,savunmasız ve kimsesizsin.Büyüdüğünü fark ediyorsun birden büyük
aile büyüğü oluyorsun,oysa önünde Baban vardı yıllar önce ona veda ettin ama
yarım vedaydı o nasıl olsa anam var diye teselli bulmuştun, anan vardı sen onun
büyümeyen nadide oğluydun.Hiçbir şey teselli etmiyor yarım asır birlikte yaşadığın
her şeyini kaybediyorsun evin içinde onun sesi çınlıyor odasına kapanıp
saatlerce ağlamak geçiyor içinden ama bunun hiçbir şeye faydası olmadığını
bilecek kadar tecrübeye sahipsin.Yaşın ne olursa olsun artık yetimsin.Kendi
başına yetmek zorundasın dayanakların ,tutamakların bir bir gitti,tutunmaya
çalışacaksın yeniden alışmaya başlayacaksın onsuz/onlarsız çünkü hayat devam ediyor ,durağanlık değil
devingenlik var çünkü. Taziyeleri kabul etmek istemiyorsun acını yalnız ve
dibine kadar yaşamak istiyorsun ama olmuyor kendinle baş başa kalınca
biliyorsun kendini yontacağını .O yüzden abartmadan taziyenin dostlarının
,tanıdıklarının ,akrabalarının ,arkadaşlarının yanında olması güç veriyor
dayanma yüzdeni artırıyor.
Artık sen devralıyorsun rolün değişiyor , biriktirdiğin her şey gitti,
avuçlarında çocukluğun dışında bişey yok koş koşabildiğin kadar. Hiçbir şeyle
yüzleşmek istemiyorsun ,yüzleşince kaybedeceğin korkusuyla,elindekilerle kaçmak
kaybolmak istiyorsun, bulamasınlar, ıssız adam olmak ve daha çok kitapların
sayfaları arasında kaybolmak,sevdiğin kitabı defalarca okuyarak bilgece yaşamak
ve bildiklerini senden sonrakilere aktarmak gibi bir seçim yapıyorsun.Tabiiki
bu senin miras olarak devraldığın bir şey değil ama.
“ Diyor ya Aşık Veysel ‘iki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece diye’? Ondan cereyan/sürgün yapıyor bu
hayat!onun için üşüyorum hep .Gideyimde kapayatım birini,onun adı ölüm olsun
,son ölüm olsun.Ama ne mümkün.Ne diyordu Murathan Mungan ‘sürgüne açık
kapıların önünde fazla beklememeli insan’ “
Şuayip BÜTÜN