(Bu yazı 07 Haziran 2018 – Perşembe / 20. 00 ‘ de
yazılmış ve bir dergiye gönderilmişti!)
Yaşanmış olan bu hikâyemizin
başlangıcı aslında günümüzden yarım asırdan fazla öncesine dayanıyor. Yâni 1955 yılından günümüze gelen bir dostluğun, vefanın hikâyesidir.
Konunun tam olarak anlaşılabilmesi
için, hikâyenin başından almak icap
eder. İşin bu kısmı ise yıllar önce
kaleme alınmıştı. Bunun için bilgi
edinmek istendiği takdirde ise (Google’ da
arama kısmına ‘’Atmış
Yıllık Dost’’) yazdığınızda karşınıza çıkacaktır.
Bu noktada da başlangıcından itibaren
‘’VEFA’’ nın bilgilenilmesini bilhassa öneririm.
Konumuzun bu bölümünde, olayın ana mimarlarından hayatta olan
dede – oğlu ve torun ile bugün hayatta olmayan diğer kahramanının oğlundan yani benden bahsedeceğiz.
Bahsedeceğiz ki toplumumuzun geçen
süre zarfında nereden nereye geldiğinin gözlenmesine bir nebzecik olsun ışık
tutulabilirse, neyin doğru neyin
eğri olduğunu gözler önüne sermiş olalım.
Böylelikle de geleceğimizin güvencesi olan evlatlarımıza örnek olunsun.
Bunun yapılabilmesi için de
karşılıklı olarak, hiçbir şey
beklemeksizin neler yapılabilirmiş onu bir görelim istedim. Çünkü her şeyin çıkar ve menfaate odaklandığı günümüzün mü, yoksa bugün hasretini çektiğimiz geçmiş
günlerin mi doğru olduğunu kıyaslayalım.
Aralık
2017’ nin son günlerinden biriydi.
Telefonum çaldı, baktım bizim Doğan Bey Amca arıyor. Mutat
olarak her mübarek günlerde ve bayram öncelerinde aramasına alışığım. Fakat ortada ne öyle bir gün, ne
durum olmadığı ve yılbaşına daha süre olduğundan dolayı, birazda panikleyerek (- Buyur Doğan Bey Amca! Bir şey
mi var?) dedim.
Doğan
Bey Amca (- Yok be çocuğum.
Bizim Atalay’ ın oğlu Tuğberk yani torunum asker oldu ve
acemi eğitimini bitirdi. Kısa dönem
yapıyor. Kalan süresi için de Kırıkkale’ ye dağıtımı çıktı. Ben onun için aradım seni) dedi.
Rahatlamıştım ve sordum (- Kırıkkale merkezde birkaç birlik var. Jandarma – Askeri Depo – Birlik
gibi yerlerden hangisine dağıtımı oldu. Merkez
mi yoksa taşrada bir karakol falan mı?)
diye sorduğumda da (- Merkezde imiş, öyle öğrenmiş) dedi.
Bunun
üzerine Tuğberk’ in ne zaman
geleceğini sordum. Yılbaşında
dağıtım olacağını ve izin kullanıp Ocak ayının
ilk yarısı gibi geleceğini bildirdi.
Bende telefon numaramı vermesini ve Kırıkkale’
ye gelince terminalden beni aramasını,
oradan aldırtıp ondan sonrasında ne gerekir ise artık bize ait olacağını
söyledim.
12
Ocak 2018 günüydü, sabah saat
dokuz gibi telefonum çaldı. Baktım
arayan Tuğberk idi. (-
Amca ben geldim ve Öğretmen Evindeyim.
Size gelmek istiyorum) dedi.
Neden terminale gelince aramadığını
sorduğumda bana; (- Amca sabah sabah rahatsız etmek
istemedim sizi) diye mahcup bir
şekilde cevap verdi. Oysaki bizim
törede böyle bir durum için rahatsızlık diye bir tanım söz konusu değil.
Bizim yetişmiş olduğumuz yıllardaki
durumun günümüzde mazide kalmış oluşundan dolayı, şimdi yetişen gençlerimiz o günleri bilemediklerinden, onlara o günlerin adamlığı – insanlığı ve değerleri de lâyıkıyla
aktarılamadığından dolayı bu durumlarla karşılaşıyoruz.
Kahvaltı yapıp yapmadığını sordum. Yapmadığını söyleyince bize gelmesi
ve birlikte kahvaltı yapmamızı, bulunduğu
yerin bize yakın olduğunu, güzergâhı
tarifim ile çok kolayca gelebileceğini,
benim kendisini Dörtyol mevkii ışıklarda bekleyip karşılayacağımı söyledim. Hemen karşılamak üzere evden çıktım.
Yaklaşık on dakika sonra buluşarak eve döndük.
Kahvaltıdan
sonra Doğan Bey Amca’ ya telefon
ederek, emanetinin emîn ellerde
olduğu haberini verdim. Sohbet
sırasında birliğinin yerini öğrendim.
Bizim eski 61. Piyade Alayı olan yer
imiş. Şimdi ismi değişmiş ve ‘’Mühimmat Komutanlığı’’ olmuş.
Ortanca oğlum Caner’ i arayıp durumu bildirdim. Bir ön araştırma yapmasını ve öğleden sonrası için gelip bizi
götürmesini söyledim. Çünkü gece
sabaha kadar yol gelen Tuğberk’ in
bir süre dinlenmesi gerekiyordu.
Mesai saati içinde teslim olması icap
ettiğinden, öğleden sonra Caner gelip bizi alarak birliğine
götürüp teslim işlemini yaptıktan sonra biz döndük.
Başlangıçtan dört hafta sonra bir pazar günü çarşı
iznine çıkıyor. Saat on gibi evde
kahvaltı hazırlığı yapıyorduk ki telefonum çaldı, arayan Tuğberk’ ti. Bize gelmesini söyledim. Yine bir ay önceki gibi kahvaltı
yaptık. Bizden telefonla ailesini
aradı. Bundan sonra her hafta sonu
bir cumartesi bir Pazar dönüşümlü olarak çarşı izni olduğunu söyledi.
Ertesi hafta cumartesi yine aynı
saatlerde çıkmış ve geldi. Küçük
oğlum Evren’ i arayıp bize gelmesini
ve tanıştıracağımı bildirdim. Geldi, sohbet – muhabbet derken, bu
defa büyük oğlum Alparslan aradı. Evde olduğumuzu söyledim. Kendisi organize sanayide fabrikada
olduğunu ve mangal hazırladığını,
müsaitsek davet ettiğini bildirdi.
Hep birlikte çıkıp fabrikaya gittik. Alp’
le tanıştırdım. Bu vesileyle üç
oğlumla da tanışıp görüşmüş ve aynı zamanda Tuğberk için değişik bir hafta sonu oldu. Saat beşe doğru da götürüp birliğine bıraktık.
Bir ara hava değişikliğinden olsa gerek
rahatsızlanıyor. Yüksek İhtisas Hastanesine götürüyorlar. Oradan beni arayıp durumu bildirdi ve
bir tanıdık olup olmadığını sordu.
Benim en küçük kardeşim Çağlar’ ın Yoğun Bakım Ünitesinin sorumlusu
olduğunu, hemen durumu bildireceğimi
ve kendisini aratacağımı, ne
gerekiyorsa sağlanacağını, bunun
için de endişe etmemesini bildirdim.
Devam
eden hafta sonlarındaki çıkışlarında, birlikte
olduğu arkadaşlarını da getirebileceği ve onlarında değişik bir ortam
yaşamalarını sağlamamızın bir mahzuru olmadığını bildirdim. Bu şekle bağlı olarak ta iki arkadaşıyla tanışma fırsatımız oldu.
Gelişinin
üzerinden yaklaşık üç ay geçmişti. Turgutlu’ dan Doğan Bey Amca aradı. Oğlu
Atalay Bey ve aile efradının Tuğberk’ i ziyarete geleceklerini
bildirdi. Fakat rahatsız olduğu için
uzun yola dayanamadığından kendisinin gelemeyeceğini söyledi.
Benim telefonumu vermesini, geldiklerinde kendilerini misafir
etmek istediğimi bildirdim. Atalay Bey,
eşi Nuray Hanım ve kızı Tuğçem geldiler. Tuğberk’ e de gece
izni alıp birlikten çıkarmışlar. Hep
birlikte akşam oturup geç vakte kadar sohbet ettik. Memleketin önemli ve güncel konularından, hemfikir olarak bahsettik.
Bu süreç içerisinde geçen mübarek gün
ve gecelerde, Doğan Bey Amca gibi, Atalay Bey ve eşinin hiçbirisinin aksatmaksızın, bizi arayıp kutlamasını belirtmeden geçemeyeceğim.
Sayılı gün tez geçermiş derler misali, zaten kısa dönem askerliğin son
günlerine gelen Tuğberk’ in de vatan
vazifesinin sonuna gelindi. Haziran başındaki
son hafta izninde, hafta içi 07 Perşembe sabah 08. 30 – 09. 00 gibi terhis olacağını ve veda edeceğini bildirdi.
Daha önceki izinlerinde müteaddit
kereler istediğim halde bir türlü kısmet olmayan, annem ile tanışmalarını artık bu son hafta gerçekleştirmek farz
olmuştu. Bu defa Tuğberk’ i alıp anneme götürdüm. Başlangıçta babasının halasından
kaynaklanan bir tanışmanın devamına vesilesi oldu.
Çarşamba
akşamdan oğlum Caner’ i arayıp, sabah Tuğberk’ in terhis olacağını,
Ocak ayında götürüp teslim ettiğimiz
gibi, yarın da gidip teslim alıp, terminalden yolcu edeceğimizi, sabah 08. 30 da beni de alarak birliğine gideceğimizi bildirdim.
Perşembe
sabahı eşim ve Caner’ le birlikte
birliğin nizamiyesine vardık. Tuğberk ve arkadaşı Onur’ u da alarak terminale götürüp, ikisini birlikte 10. 00 da İstanbul’ a
yolcu ettik.
Doğan Bey Amca’ yı ve Atalay Bey’ i
arayıp emanetlerini salimen uğurladığımızı ve Cenabı Allah’ ın sonraki hayatında hayırlı – huzurlu – sağlıklı – mutlu günler vermesi dileğimizi
bildirdik. O günden beri de hepsiyle
irtibatımız kesintisiz devam etmektedir.
Atmış
üç sene önce babam ile dedesi arasında Kozaklı’
da başlayan diyalog, tam yarım
asır kesintisiz birinci şahıslar arasında sürüp gelmiş, devamında da oğuldan toruna intikal eden bir şekle dönüşmüş
bulunuyor. Bu demek oluyor ki ‘’VEFA’’ dediğimiz zaman,
bunun karşılığı sadece İstanbul’
daki bir semtin adı değil!
Tabii bunun
anlaşılabilmesi için de ya yaşamış olmak gerek. Yahut ta bunu yaşayandan dinlemek icap eder diye düşünüyorum. Ne mutlu böyle bir ömür boyu dostluk
yaşayanlara