Ozan
Arif Giresun`un Alucra ilçesine bağlı şimdiki ismi ile Yükselen eski adı ile
Hapu köyünde 10 Haziran 1949`da doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle ilk ve
ortaokulu Samsun'da tamamladı. 1970'de başladığı öğretmenliği 1979 yılına kadar
sürdürdü. 24 Eylül 1980, 5 Kasım 1991 tarihleri arasında Almanya'da yaşadı.
Okul
süresi boyunca kışları okuyup, yazları rençberlik yapan bir öğrenci idi. İlk
göreve başladığı okul, ailesinin bulunduğu Samsun’da Karaoyumca köyündeki
ilkokuldur. Bir yıllık stajyerlik süresinden sonra, yine Samsun’da Devgeriş
köyüne tayin oldu. 1972 yılında yine aynı köyde stajyerlik yapmakta olan ve ona
ömrü boyunca en büyük desteği veren Süheylâ hanımla evlendi. Devgeriş köyünde
beş yılı öğretmenlik, dört yılı ise okul müdürlüğü olmak üzere dokuz yıl hizmet
vermiştir.
Ülküsünden Hiç
Taviz Vermedi
Türk milletinin yetiştirdiği nadide
sanatçılardan biri olan Ozan Arif, aşık geleneğinin yaşayan en güçlü
temsilcisiydi. 1980 öncesinde verdiği konserlerde defalarca saldırı girişimine
uğramış, tehditler almıştı. Bir konseri sırasında uğradığı bombalı saldırıdan
kıl payı kurtulmuştu.
İlk olarak ortaokul ikinci sınıfta
sesine aşık olduğu bağlama ile tanışan ve hayli dar olan aile bütçesinden
biriktirdiği harçlıklarla, 1964`te İstanbul`da bulunan Şemsi Yastıman saz
evinden 15 liraya aldığı bir bağlama ile ses ve saz dünyasının içine giren Ozan
Arif, o gün bugündür hiç susmadan ve hak bildiği yoldan taviz vermeden gönül
dostlarına seslendi.
Yaşamı boyunca, sayısız esere, konsere
imza atan, on milyonlarca insana ulaşan Ozan Arif, inandığı değerlerden hiçbir
zaman taviz vermemişti. Kendisine yönelen teklifleri elinin tersiyle geri iten
Ozan Arif, hiçbir zaman bulunduğu noktadan geri adım atmadı.
Başbuğ Alparslan Türkeş, Türk milletinin
cesur sesi Ozan Arif'e "manevi oğlum" derdi. İkilinin arası,
Türkeş'in vefatına kadar hiçbir zaman bozulmadı.
11 yıl Sürgün
12 Eylül askeri darbesinden sonra ailesini geride bırakarak
yurt dışına çıkmak zorunda kalan Ozan Arif, 1991 yılına kadar sürgünde vatan
hasreti çekmişti.
1991'de
yurda döndüğünde yaklaşık yarım milyon insan tarafından karşılanmıştı. Bu o zamana
kadar kayıtlara geçen en büyük karşılama töreniydi.
Sanatçı Ozan
Ârif
Türk-İslâm ülküsüne bağlı, önüne
engeller kondukça yeni çabalarla zorlukları aşan, herhangi bir çıkar hesabı
yapmadığı için prensiplerinden taviz vermeyen ve sanatçı duyarlılığını
çevresine, milletine, dünyâya güzellikleri dillendirerek ya da haksızlıklar karşısında
doğruluktan şaşmayarak kendi sesini duyuran bir sanat adamıdır. Konserlerinde
milleti; sohbet havasında ders vererek yetiştirmek, münâzara yaparak
aydınlatmak, kıssadan hisse yoluyla onları uyandırmak çabasındadır. Bunun için
de 1964 yılından beri Türkiye’de pek çok ilde, ilçede, köyde ve beldede;
Fransa, Avusturya, Almanya, Amerika, Belçika, Hollanda, İngiltere, Avustralya,
Kanada, Danimarka, İsveç ve İsviçre gibi ülkelerin birçok şehrinde konserler
vererek millî şuurun korunmasında önemli pay sahibi oldu. Ayrıca; Endonezya,
Malezya, Singapur, Tayland, Filipinler, Pakistan, Hindistan ve Yeni Zelanda’ya
da gidip kültürel etkinliklerde bulundu.
Ozan
Ârif, gerçekçi bir sanat anlayışıyla faydalı olmayı amaçladığı için Türk-İslâm
“mefkûresi”ne dayanan, coşkun duygularla zengin ve derin anlamlar yüklü şiirler
yazmaktadır. Ülkücülük ile bütün yönleriyle ülkücü hareket, vatan-bayrak-millet
sevgisi, devletin önemi, şehitlik, insanî hasletler, dinî şuur, gurbet ve
özlem, sosyal bozukluklar gibi konuları lirik ve didaktik tarzda işler.
Şiirlerinde
muhteva ile şekil özellikleri bir bütünlük oluşturur. Koşma, destan, türkü gibi
türleri daha çok tercih eder. Nazım birimi olarak konuya göre beyit, dörtlük ve
bend seçer. Genellikle hecenin 8’li ve 11’li kalıplarını kullanır.
İşlediği
konuya sıcak soluklarını katma gücüyle Türkçe’ye can veren bir ustalığa
sahiptir. Konserleri ve kasetleri ile geniş bir dinleyici kitlesine sahip olan
Ozan Ârif, şiirlerinin bir bölümünü -özellikle bir dönemi- “Bir
Devrin Destanı” (1987) adıyla kitaplaştırmış olup ayrıca “Taş Medrese”,
“Korkum Yok” ve “Destanlar Konuşuyor” isimli 3 tane de kaseti
yayınlanmıştır.
Ozan Arif, Türkeş'in 4 Nisan 1997'deki vefatından sonra
kaleme aldığı şiiri ise milyonları hüzne boğmuştu.
Dört nisan doksanyedi, alelade
gün değil,
Kara günsün, kara gün bu bir gerçek, kin değil,
O kadar karasın ki tarifin mümkün değil
Başbuğ’ un başımızdan çekildiği günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Çekildiği diyorum, sor bana hele niye?
Çünkü dilim varmıyor ona öldü demeye,
Varmasa da mecburum, mecburum söylemeye
Bize yetim gözüyle bakıldığı günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Çok acılar görmüştüm, ama bu
kadar derin
Olanı görmemiştim, bu da senin eserin
O kara akşamında, kapkara bir haberin,
Beynime kurşun gibi sıkıldığı günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Belki senin suçun yok, belki
benimki hata,
Her can günün birinde göz yumacak hayata,
Fakat sen bir başkasın, sen varya sen, adeta,
Ciğerimin yerinden söküldüğü günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Altaylar’ dan Tuna’ ya libas
giymiş hüzünden,
Özünden ağlıyor bak, bütün Turan özünden.
Müslüman Türk evladı olanların gözünden,
Yaş yerine kanların döküldüğü günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Başbuğ Türkeş yok artık,
bulabilmek imkansız
Herkesin acısını bilebilmek imkansız,
Her yüreğe tercüman olabilmek imkansız,
Her yürekte bir ağıt yakıldığı günsün sen
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Türkeş gibi bir lider ne
çıkmıştır, ne çıkar
Yıkar onun acısı, Arif ’ i artık yıkar
Ateşin kanunudur düştüğü yeri yakar,
Bozkurtların boynunun büküldüğü günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!