Tanrı adına yeryüzünde nizamı
sağlamak için devlet kurduklarına inana Türk komutanların hepsi mükemmel teşkilatçılıkları yanında hepsi birer
kahraman subaydı. Mete Han’dan sonra torunu Hun Başbuğu Çi-çi, Avrupa’ya göç
eden Balamir, Yıldız ve Tanrı’nın
kırbacı Attila, Türk isimli ilk devletin başbuğları Bumin, İstemi, Kürşad,
İlteriş, Kapgan, Bilge ve Kültigin kardeşler şeref levhasının başında
bulunanlardır.
Bu şerefli subaylarla birlikte aynı
mayadan beslenen 20. yy.da ki
temsilcileri ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları olmuştur. Birçoğu Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olan veya
teşkilatla bir şekilde bağı olan bu öncüler içinde Süleyman Askerî Bey çok ayrı
bir öneme sahiptir.
Süleyman Askeri, 1884’de Prizren’de doğdu.Babası
Erkân-ı Harp Livası Vehbi Paşa, annesi ise Güzide Hanım’dı. Genç yaşta, ilk
önce Harp Okulu’na girdi ve daha sonra Harp Akademisi’nden 3. ordunun emrine
girmek üzere ‘‘Mümtaz Yüzbaşı’’ rütbesiyle 5 Kasım 1905’de mezun oldu.
Süleyman Askeri 22 Şubat 1908’de Numune Talim Taburu
kabul edilen 89. Alay 1. Taburu ile Manastır Merkez Talim Taburu Muallim
Muavinliğine, Manastır’a atandı. Manastır, saraya muhalif hareketin merkezlerinden
idi. 1908 Temmuz ayında, Resneli Niyazi Bey’in ve çevresindekilerin, İttihat ve
Terakki Cemiyeti emrinde, Makedonya’da dağa çıkmasıyla birlikte, bölgede bir
otorite boşluğu doğdu. İstanbul’dan Abdülhamit’in yakın adamlarından Şemsi Paşa
durumu kontrol altına almak ve isyanı bastırmak için görevlendirildi. Ancak
Manastır’da Atıf Bey (Kamçıl)’in, Süleyman Askeri, Yakup Cemil gibi gözü kara,
idealist Jön Türklerle birlikte düzenlediği suikast girişimi 7 Temmuz 1908’de
başarıya ulaşınca, Resneli Niyazi ve beraberindekiler dağda rahat nefes aldı. Süleyman
Askeri, Atıf Bey’i Selanik’e kaçırdı ve yurt çapında ismini bu suikast ile
duyurdu.
Hareket Ordusunda
19 Nisan 1909’da Süleyman Askeri’nin de mensup olduğu
3. Ordu’ya ait birlikler, 31 Mart Vakası üzerine, İstanbul’a girdi. 31
Mart Vakası’ndan sonra Süleyman Askeri 1909 yılında Bağdat’a Jandarma
birliğinin komutanı olarak atandı ve burada Arap aşiretlerini, İngiliz
emperyalizmine karşı, Osmanlı lehine çekmeye çalıştı. Ayrıca İstanbul-Bağdat
trenyolu projesi ile de dikkatleri üstüne çeken Osmanlı, buradaki jandarma
birlikleri ile çıkan isyanları bastırarak asayişi sağladı.
Trablusgarp Savaşında
İtalya, 1911 yılında Trablusgarp’a saldırdı. Mısır,
1882 yılından beri İngiltere’nin işgali altındaydı, Osmanlı deniz gücünden
yoksun olmasına karşın, İtalya güçlü bir donanma ile Çanakkale Boğazını taciz
ediyordu. 4 Ekim 1911’de başlayan işgale karşı, Jön Türkler kılık değiştirerek
Mısır üzerinden, Trablusgarp’a geçerek müthiş bir direniş örgütlediler. Süleyman Askeri de imam kılığında
Trablusgarp’a Mısır üzerinden gizlice geçmiştir. Enver Bey(Paşa),
Mustafa Kemal Bey(Atatürk), Fethi Bey(Okyar), Kuşçubaşı Eşref, Süleyman Askeri
Bey, İtalyanlara geçit vermiyor, yerli halkla birlikte,
İtalyanlara kök söktürüyorlardı.
Süleyman Askeri, 21 Ağustos 1912’de Bingazi ve
Havalisi Komutanlığı Kurmay Başkanlığına atanmıştır. Bingazi’de büyük kahramanlıklara imza atmış,
askerleriyle birlikte çatışmalara bizzat katılmıştır.
Balkan Savaşlarında
Milliyetçilik hareketleri sonucu Balkan
devletleri ittifak halinde Osmanlı’ya saldırarak, Rumeli’nde Osmanlı’yı
büyük bir bozguna uğratmıştı. Osmanlı ordusu, teçhizat ve sayı bakımından,
Bulgar-Sırp-Karadağ-Yunan kuvvetlerine karşı üstün iken, orduda particilik vardı. Üstelik
savaştan önce yedek birlikler kışlalardan terhis edilmişti. İttihat ve Terakki
ile Hürriyet ve İtilaf Fırkalarına mensup subaylar birbirine yardım etmek
istemiyordu. Bulgar orduları hızla ilerleyerek, Çatalca önlerinde geldi,
Osmanlı’nın eski başkentlerinden Edirne, Bulgarların eline geçmişti. Arnavutluk
bağımsızlığını kazanmış, Makedonya tamamen kaybedilmişti. Dahası yüzbinlerce
muhacir akın akın Anadolu’ya geliyordu. Bunun üzerine, İttihat ve Terakki, bir
baskınla hükümeti devirerek, iktidar olma arzusundaydı.
Edirne’nin Kurtuluşunda
Balkan Savaşı sonrasında, Bulgaristan’ın fazla toprak
alması, II. Balkan savaşına neden oldu. Bunu fırsat bilen, İttihat ve Terakki, Edirne’nin geri alınması
ve tüm Batı Trakya’nın kurtarılması için, ileri harekatlarda bulundu. Bab-ı
Ali Baskını sırasında, hükümetin düşürülme nedeni olarak gösterilen, Edirne, 21
Temmuz 1913’de işgalden kurtarılarak yeniden vatan toprağı oldu. Enver Bey’in
emriyle Batı Trakya’ya sızan 116
kişilik bir müfrezenin içerisinde yer alan Süleyman Askeri Kuşçubaşı Eşref ile
birlikte buradaki Bulgar çetelerini imha etti.
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
Daha sonra Süleyman Askeri
28 Ağustos 1913’de bir cumhuriyet ilan etti, devlet başkanlığını Salih Hoca’nın
üstlendiği Batı Trakya Türk Cumhuriyeti adındaki bu devlet 55 gün yaşayabildi. Ancak devletin; marşı, 6 bini
Osmanlı askerinden toplamda yaklaşık 30 bin kişilik ordusu, ay yıldızlı yeşil
beyaz bayrağı, Fransızca ve Türkçe yayın yapan gazetesi, hatta kendine ait pulu
bile vardı. 20. asırda bir devletin, devlet olarak kabul edilebilmesi için,
kendine ait pulun ve para biriminin olması gerekiyordu. 2 Ekim 1913’te
Yunanlılar Dedeağaç’ı Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ne bıraktı.
Bölgenin, Türk hakimiyetinde kalması için ilan edilen
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin marşını da devletin genelkurmay başkanlığını
da üstlenen Süleyman Askeri Bey yazmıştır.
29 Eylül 1913’te Bulgaristan ile Osmanlı
arasında imzalanan İstanbul Anlaşması gereğince, Doğu Trakya Osmanlı’ya, Batı
Trakya ise Bulgaristan’a bırakılıyordu. Böylelikle Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
feshedildi. Ancak, eldeki silahlar ve mermiler daha sonra kullanılmak üzere
toprağa gömüldü. 25 Ekim’de Batı Trakya’ya giren Bulgar birlikleri 30 Ekim’e
kadar tüm Batı Trakya’yı işgal ederek kendi topraklarına kattı. İttihat ve
Terakki hükümeti ise bu işgali içlerine sindiremedi. Batı Trakya’yı kurtarmak
için I. Dünya Savaşı sırasında girişimlerde bulunmuştur. Hatta Enver Paşa,
savaş süresince Süleyman Askerî Bey’i Batı Trakya’da muhacirin müdürü olarak
görevlendirdi.
Teşkilat-ı Mahsusa
Süleyman Askeri Bey, 30 Temmuz 1914’te İttihat ve
Terakki ile organik bağı gerekçe gösterilerek ordudan emekli edildi. 2 ay sonra
ise, bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatımızın öncüsü konumundaki, 17 Kasım 1913
tarihinde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın başına getirildi. İngilizlerin, 6
Kasım 1914’te Şattülarap’ta bulunan Fav kasabasına çıkması ile Irak Cephesi
açıldı. Süleyman Askeri Bey, gönüllü bir düzine subay ile, seçme erlerden
oluşturduğu ‘‘Osmancık Taburu’’yla
Irak’a hareket etmişti. Süleyman Askeri Bey 13 Aralık 1914’te kaymakamlığa
terfi ederek Basra Valiliği ve Basra Tümen Komutanlığına 10 gün sonra 23 Aralık
1914’ te de Irak ve Havalisi Komutanlığına tayin edildi.
Irak’ta
Süleyman Askeri Basra Körfezi’nde, elindeki ‘‘Osmancık Taburu’’ ve bölgedeki
aşiretlerle, İngilizlere karşı baskınlar vererek, onları şaşırtmıştır. Bölgeye
komutan olarak atanmasının ise, cesur, gözü pek ve nitelikli bir subay
olmasının yanında, bölgede daha önce görev yapmış olması, Teşkilat-ı
Mahsusa’nın başkanı olması ve Enver Paşa ile yakınlığı söylenebilir. 2 Ocak
1915’de Üzeyir’de, Cavit Paşa’dan görevi teslim alarak, Irak ve Havalisi Umum
Kumandanı oldu. Süleyman Askerî Bey ise İngilizler tarafından alınan
Şattülarap’ı geri almak için Kurna’dan kuzey yönüne ilerledi. Rota Nehrinde
İngilizler yakalandı ve yoğun ateşe tutuldu, Süleyman Askeri piyade ateşiyle iki
bacağından birden yaralandı ancak İngilizler Kurna’ya geri çekilmek
zorunda kaldılar. Komutanlarının yaralanması üzerine, kinlenen ‘‘Osmancık
Taburu’’ düşmanı püskürtmede büyük rol oynadı. Süleyman Askeri’nin yarası
ciddiydi, derhal Bağdat’a sevk edildi. Halep’te bulunan Kazım Bey (Karabekir
Paşa)’in vekaleten emir komutayı almasını arz etti. Enver Paşa, Süleyman
Askeri’nin önerisini kabul ederek, Kazım Bey’e derhal Bağdat’a intikalini
emretti. Ancak Kazım Bey, yolda iken, Süleyman Askeri’nin kendisine telgraf
çekti ve yarasının hafif olduğu dolayısıyla vekalete ihtiyaç duymadığını
belirtti. Kazım Bey Harbiye’den sınıf arkadaşı, Süleyman Askeri Bey’i Bağdat’ta
hasta yatağında ziyaret etti ve onunla harekat hakkında fikir alışverisinde
bulundu.
Süleyman Askerî Bey, hastanede kalmayarak sedye içinde
Nasıriye’ye geldi. 11 Nisan 1915‘te Bercisiyye ve Şuaybe’deki müstahkem İngiliz
mevzilerine taarruz emri veren Süleyman Askeri Bercisiyye ve Şuaybe ormanları
içinde üç gün süren muharebede başarılı olamadı. Muharebenin ikinci günü
aşiretlerden topladığı gönüllü askerlerin çoğu ortadan kaybolduğundan ordu
kuvveti yarı yarıya eksilince ağır kayıplar vererek, 14 Nisan 1915 gecesi
elinde kalan az sayıdaki kuvvetini geri çekmek zorunda kaldı. Şuaybiye’deki
yenilgiyi, sorumluluk alarak, şerefine yediremeyen Süleyman Askeri Bey, Bercisiye ormanında 14 Nisan 1915 tarihinde intihar
eder.
19. asrın son çeyreğinde doğmuş, İttihat ve Terakki
çatısı altında, istibdat rejimine karşı mücadele etmiş, II. Meşrutiyet’i ilan
ettiren, Hareket Ordusuyla 31 Mart irticai isyanını bastıran, Trablusgarp’ta,
Balkan Harbi’nde ve Cihan Harbi’nde daha sonra da Kurtuluş Savaşı’nda
çarpışarak, imparatorluğun küllerinden, yeni bir Türk devleti yaratan soylu
altın neslin göz bebeğiydi; Süleyman
Askeri! Allah rahmet eylesin.