Portekizli
yazar Jose Saramago’nun aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış körlük filmi
2008 yapımı yönetmeni Fernando Meirelles
. Yazar;Bu körlük fikrinin ortaya çıkışı çok basit aslında. Bir
lokantada oturuyordum, ne yiyeceğime karar vermiştim ve bekliyordum. Bir anda
kafamda bir soru oluştu: Ya hepimiz kör olsaydık, dedim. Hemen kendi kendime
cevabı da buldum, zaten körüz dedim. O roman öyle doğdu. Hepimiz körmüşüz,
sağduyumuz kalmamış gibi davranıyoruz. politik görüşlerinden ödün
vermeyen bir yazar. Portekiz hükümetinin kendisini susturma girişimleri nedeni
ile ülkesini terkederek Kanarya Adaları’na yerleşmiş ve Nobel ödülünü almış. Adı olmayan bir ülkenin herhangi bir
şehrinde,otomobil kullanmakta olan bir adam kurallara uyup kırmızı ışıkta
beklerken aniden kör olur.Bu ani durum karşısında panikleyen adam ve korkudan
ne yapacağını bilemeyen kişi o anda çevresinde olan birisinin yardımıyla evine
ulaştırılır. Daha sonraki günlerde ,kör olan adamın eşi,evine yardım etme
amaçlı onları bırakan yabancı bunların içinde bulundukları çaresiz durumdan
yararlanıp arabasını çalan adam,muayene için gittiği göz doktoru,onun
muayenehanesinde sıra bekleyen hastalar,eczacı vs.bütün şehir ani bir şekilde
görme yetisini kaybetmeye başlar.Gözlere
inen bir sis perdesi insanları sonsuz bir beyazlığa mahkum etmiştir. Buna ne
bilimsel ne tıbbi hiçbir açıklama getiremezler.Çünkü insanların gözlerin
herhangi bir görünen sorun bulunmamaktadır.Şehrin çoğunu etkiyen bu körlük
felaketini yöneticiler kontrol altına almaya çalışırlar.
Bu görememe salgınının ülke
geneline yayılmaması için,bu salgından etkilenen insanlar evlerinden alınarak
daha önce akıl hastanesi olarak yapılan bir binaya götürülürler.Burada kendi
başlarına bırakılan insanların dışarı ile tüm irtibatları kesilir.İletişimleri
bina içindeki mikrofanlarla gün içinde yöneticilerin belirlediği saatlerde
yapılan anonslarla olacağı söylenir.Çıkmak,ayrılmak isteyen olursa binadaki
nöbetçiler tarafından engellenecek ,itaatsizlik edenler ise nöbetçilerin
silahlarına hedef olacaklar.Binanın içindeki insanlar görme duyusunu yitirmiş
ve çaresizler,kendi balarının çaresine bakmaları gerekecek.Temiz
çamaşır,yiyecek,kişisel öz bakım ihtiyacı vs.hepsi eşit durumda olup yaşam
mücadelesi vermeye başlarlar içlerinde birisi hariç oda doktorun karısı çünkü o
kör değil görmektedir.Kör olma korkusuyla yaşayan ve gördüğünü saklayarak
onlarla birlikte yaşamaya başlamıştır.
Jose Saramago romanında
körlüğü metafor olarak kullanarak modernizm ve liberal demokrasiye eleştirel
bir bakıştır.Yazar romanında var olan ama görmek için silkinip etrafa
bakıldığında fark edilen çürümüşlüğü anlatmaya çalışır.Aniden ortaya çıkan
körlük salgınını önlemek için muktedirler tüm iktidarlara özgü sisteme özgü
insaları akıl hastanesinden bozma hapishanede toplarlar;salgına yakalanmayan
diğer bireylere her şeyin kontrol altında olduğunu endişeye mahal bir durum
olmadığını ülkenin geleceği için herkesin fedakarlık yapması gerektiğini halkın
korkularına seslenerek anlatırlar/ikna ederler.İlk başlarda her şey kontrol
altında gözükse bile salgının ülke geneline sıçrması karşısında modern hapishane
almamaya başlar ve kaosa sebep olur.İçerdeki sağlıksız durumdan rahasız olanlar
yönetenlere sesini duyurma için yapılan girişimler bir kişinin ölümüyle
sonuçlanır buna rağmen yöneticilerin kendilerini dinlemeyeceğini salgın bitene
kadar dışarı çıkmalarına müsaade edilmeyeceğini anlarlar.İlerleyen zamanda
yönetenlerinde yönetilenlerin sorunlarına karşı ne kadarda kör oldukları
sorgulanmaya başlanır.Hapishanenin akıl hastanesine dönüştüğü bir ortamda
bireyler otokontrollerini kaybederler .Çeteleşmeler,açlık,tecavüz giderek artar
insanlar onurlarını ,ahlaklarını maneviyatlarını kaybederler.Yeni gelen bir
körün yanında getirdiği el radyosu onlara kendilerini normalmiş gibi
hissetmelerine yarar.İletişim araçlarının hızla geliştiği bir dünyada
insanların tepkilerinde nasıl bir uyuşmaya sebebiyet verdiğini acı bir şekilde
yüzümüze çarpar.Televizyon karşısında örneğin Filistinde yaşanan İsrail devlet
terörünü ekrandan seyrederken yemek masasında yemeğin tuzuna bakıp “şu tuzluğu
verebilirmisin”dediğimizi çok olmuştur.Günümüz insanının gelişen olaylar
karşısındaki tepkisizliğini ve bunu nasılda sıradanlaştırdığını (Kötülüğün
sıradanlığı)ihlal edilen insan haklarına karşı hükümetlerin çözüm üretememesini
göz ardı edemeyiz.
Körlük kitabında hiçbir
karakterin adı yoktur,sıfatları vardır,doktor,eczacı vs.gibi.buda anlatıların
mekanla sınırlı olmayıp evrensel olduğunu hissetmemize yardımcı
olur.Yönetenlerin giderek daha az yiyecek bırakarak orada olan körlerin
çeteleşmelerine sebep olur.Yiyeceğe ulaşmak için değerli eşyalarıyla takas
yaparlar.Daha sonra kadınların kendilerini eğlendirmelerinin karşılığında
yiyecek verirler.İşler çığırından çıkınca doktorun karısı çetenin elebaşısını
öldürmesiyle isyanın fitilini ateşlemiş olur.Doktorun karısı romanın ve filmin
tek gören kişisi olarak içinde bulunduğu duruma,bunca çürümüşlüğe,ahlaki zaafa
ses çıkarmayan aydınları simgelemektedir.İsyan sonucunda büyük bir yangın çıkar
,Kaos dan faydalanan ve içlerinde görme duyusunu yitirmemiş doktorun karısı
yanmakta olan binaların kapılarını açar ve insanların dışarıya çıkmalarına
yardımcı olur.
İnsanlığın baş edemediği
en büyük sorunlardan birisi kendi doğası ve kendi dışındaki doğanın karşısında
güçsüzlüğünü çok fena bir şekilde hissettirir.
Doktorun eşi yanına aldığı
birkaç körle birlikte evine ulaşır.Eski sahip olduğu konforu yeniden yaşamaya
başlar,temiz giyecek,suyla duş alma,sofranın etrafında muhabbetli
oturmalar…..Her şey eskisine dönmüştür,ilk kör olan adam aniden görmeye
başlar,diğerleri takip eder ve yeniden eski hallerine kavuşurlar.Doktorun
karısı;sonunda kör olmadığımız düşünüyorum ,biz zaten kördük,gören körler mi ?
gördüğü halde görmeyen körler.
Bütün bu olanlar yoksa bir
rüyamıydı,düşmüydü,sanrımıydı?
Şuayip BÜTÜN