Kozaklı’ daki iki haftalık fizik tedaviden
dönüşümüzü organize eden oğlumun işi gereği,
dönüş yolundaki güzergâhımızı değiştirmek zorunda kalmıştık.
Bu münasebetle de Niğde - Nevşehir üzerinden Kırıkkale’ ye dönüyoruz. Pek çok yerde olduğu üzere, yol boylarında, bizzat üreticilerin kendi ürünlerinin pazarlandığı, kendi üretimleri ürünler bulunmakta.
Bizde üreticinin kendi mahsulü olan
ürünlerden ve birinci elden alalım düşüncesiyle, Niğde çıkışındaki bir
tezgâhta durduk.
Patates – Soğan ve Kavun satılan bu kamyonet tezgâhtaki fiyatları sorduk. Bizim Kırıkkale pazarlarındaki fiyatların beş – on kuruş aşağı civarında bir değer bildirdi.
Yâni kilo ve / veya tane hesabı üç aşağı beş yukarı uyuşuyor. Ne var ki burada üreticinin kendi tezgâhı olup, nakliyesi yok, masrafı yok.
20
kiloluk çuval (dediği!) Patates (30. –
TL), 7 kiloluk çuval (dediği) Soğan (10.
– TL), 5 tane Kavun (her biri ortalama 2 kilo gelir / gelmez) 10. – TL.
Dediğim gibi pazardan farkı, yerinde olmasından kaynaklı cüz -
i bir indirim. Normal olarak
her hafta pazardan aldığımıza kıyasla üç –
beş haftalık bir stok olacak ama nasıl olsa o yolu geliyoruz düşüncesiyle
birer tertip aldık. Kendileri de
elleriyle getirip koydu bagaja.
Geldiğimizde de çocuklar alıp
çıkardılar eve. Ben de yerleştirmek
üzere Patates çuvalının ağzını açıp,
üzerine örtülen kâğıdı çıkardım. En
üstüne kapak şeklinde örtü olarak konulmuş üç – dört tane ve yanlarını beslemek üzere de birkaç, iki yumruk kesafetinde patates.
Bunları aldıktan sonrası ise, çuval kenarlarına gelecek şekilde bir
yumruk kadar bile olmayan vasat büyüklükteki patatesler konulmuş. Bunun ortasına ise, aman Allah’ ım, cevizden az büyük
boyutundan tutunda, ne kadar çürüğü – eziği varsa hepsini doldurmuşlar!
Tepemden aşağı bir kaynar su döküldü
adeta! Mutfak tezgâhının üzerine
yaydık hepsini. Anlaşılan bizim
cefakâr ve de dürüst köylü üreticimiz, çuvalın
ortasına dikmiş boruyu, etrafına da
önce doldurmuş vasat boyuttaki patatesleri.
Ondan sonra doldurmuş borunun içine tüm döküntü çürüğü – çarığı! En üste de
koymuş üç – beş göstermelik
patatesleri!
Tezgâhın üzerinde kapladığı alan
gözüme hiçte 20 kiloluk gibi gelmedi! Kendi kendime ‘’ulan bu oyunu oynayan, kilosunda da ne yapmaz yâni!’’ dedim. Bu defada haydi doldur bunları şeffaf
poşetlere, tart bakalım.
Tarttım ki ne görem! Heriflerin 20 kilo diye kazıkladığı çuvaldan gele – gele 14. 5 kilo
patates çıktı! Çürüğü – çarığı da
cabası!
Bu
durumun birde belgelenmesi icap eder diye düşündüm. Önce çuvalın içindeki ve sonra da tezgâhın üzerinde yayılmış
vaziyette ve poşet içerisinde, tartılı
değerlerini de tecrübe ve hatıra olması için güzelce resimledim.
Bunu görünce dur birde şu 7 kilo denen soğanı tartayım dedim. Çünkü patatesin kilo işi tam bir
fiyasko çıktı! Soğan da 5. 5 kilo bile gelmedi!
Alış
hesabına göre kilosu 1. 5 – TL olan
patateslerin bize maliyeti iki lirayı
geçti! Geçmesi bir yana içinden
ayıkladığın zaman içesine diyeceğin yarısını bulmuyor! Bu açıdan bakarsan da mislini geçiyor! Kaldı ki pazardan olsa, ne alır ve ne de para veririm buna!
Soğan dersen on keza, o da alış hesabı 1. 5 – TL ama bize maliyeti onun da iki liraya geldi anlayacağınız!
Eee bu durumda kavuna bakmaya da
gerek kalmamıştı. Fakat onun da
gönlü kalmasın bari deyip, onunda
açtım poşetini.
Diğer
ikisi öyle çıkar da bu düzgün mü olacak ki sanki! Onunda 5 tanesinden, çürümüş olan yerlerinin
2 sini yüz yüze getirilerek yerleştirmişler
poşete! Eh, vallahi pes doğrusu!
Türk çiftçisinin yaptığı bu sahtekârlığın, insanlık – esnaflık – dürüstlük
ile hangi ölçülerde bağdaştığını şahsen ben anlıyamadım! Anlayıp bilen varsa ve beni bilgilendirirse sevinirim!
Hani biz; ‘’Bizi aldatan bizden değildir!’’ diyen bir peygamberin ümmetiyiz! Din Dersleri ve cami vaazlarında öyle
söylenir, halk öyle bilgilendirilir, öyle öğretilir biliyoruz! Ne bileyim yani, bizlere öyle öğretildiği için,
hep öyledir sanıyorum da!
Tarihten intikâl edegelen bir
hikâyedir. Sefere giden ordunun
erlerinden birinin, gittikleri güzergâhtaki üzüm bağından bir salkım
üzümü alıp, teveğine de bedelini
bağladığı anlatılagelir. Çünkü haram
yiyen askerin savaşı kazanmasının mümkün olmayacağına inanılır!
Bu dinin ve de bu milletin evlâtları, nasıl oldu da, ne zamandan beri böyle oldular?
Hani, Atatürk’ ün dediği
gibi; (Türk milleti çalışkandı!) r.
Hani (Köylü milletin efendisidir!). Bunun
gibi onlarca veciz söz mevcutken, bu
yaşanılanı hangi kalıba koymak gerek?
Aynı
konunun değişik bir benzerini, Antalya –
Ankara güzergâhında yaşayan bir arkadaşımdan, bayramlaşma sohbetinde dinledim! Anlaşılan o ki, bizim
saf diye, zavallı diye acıdığımız
köylümüz, aslında çok uyanmış ve dahi kazık atmaya bile başlamış! Yazık ! ! !
Bizzat yaşadığım ve güvendiğim
arkadaşımdan da bu konuyu dinleyince, kamuoyunun
bilgisine sunmayı bir vatandaşlık görevi bilerek ve gerçek şekliyle kaleme
almış bulunuyorum.
Bu vesileyle tüm okuyucularımızın
geçmiş bayramını kutluyor, hepinize
kazasız – belasız – kandırmasız tatiller dilerim.