Cumhuriyetten önceki devletiniz
olan Osmanlı önce tek kişinin yönetimi demek olan mutlakıyetle yönetilirken
Osmanlının son dönemlerinde devlet yönetiminde padişaha yardım etmek amacıyla
Meclis açılmış bu tür yönetim tarzına ise Meşrutiyet denilmiştir. Her iki
yönetimde de tek kişi ülkenin kaderinde söz sahibi olduğu için millet egemenliğine ters idi.
Osmanlı Devleti 1914’de I.Dünya Savaşına girmiş 4 yıl süren savaş
sonunda kaybederek İtilaf Devletleri tarafından işgale uğramış ve İngiliz,
Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar ülkeyi kendi aralarında paylaşmışlardı.
Bu millete güvenen Mustafa Kemal
Paşa “Ya İstiklal ya ölüm” parolası ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak milli
mücadeleyi fiilen başlattı. Erzurum ve Sivas kongrelerinde “ Milleti yine
milletin azim ve kararı kurtaracaktır” sözü ile millete olan inancını yineledi.
23 Nisan 1920’de Ankara’da
TBMM’ni toplayarak “Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir.”
sloganı ile millet egemenliğini gerçekleştirerek milli birliği sağlayan Mustafa
Kemal Meclisin üstünde bir güç olmadığını savunarak dış düşmanı yurttan kovmak
için en büyük gücü bulmuş oldu.
Anadolu’nun her bölgesini işgal
eden düşmana karşı Eğede Efe, Doğu’da Dadaş, Ankara’da Seymen olan Kuvay-ı
Milliyeciler ile düzenli ordumuz İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da düşmanı
yurttan attılar.
İmzalanan Lozan Barış Antlaşması
ile yeni bir devlet doğmuş, uluslar arası arenada tanınmış ancak bu devletin
yönetim şekli belli değildi.
II.Meclis 13 Ekim’de Ankara’yı
başkent ilan etmiş arkasından çoktan beri hazırlığını yaptığı ve zaten filen
yürürlükte olan Cumhuriyet rejimini hayat geçirmek için harekete geçtiler.
28 Ekim’de Çankaya’da akşam
yemeğinde “yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyen Mustafa Kemal 29 Ekim’de
Meclis bu önergeyi kabul etti. Meclisin açılışı ile zaten fiilen yaşanan adı
konmamış bir cumhuriyet rejimi hayat bulmuş oldu.
Böylece Mustafa Kemal
Cumhurbaşkanı seçildi. Rejimi problemi sona erdi. Devletin yönetim şekli belli
olmuştur.
Bize kazandırdığı değerler sebebi
ile Cumhuriyet rejimi memleketimizin ve devletimizin geleceği bakımından o
kadar önemlidir ki Anayasamızda “ Türkiye Cumhuriyeti idari şeklinin Cumhuriyet
olduğu” hükmünün değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi
edilemeyeceği ayrı bir anayasa maddesi ile teminat altına alınmıştır.
Cumhuriyet, egemenliğin
kaynağının millete ait olduğunu kabul eden devlet şekli demektir; dolayısıyla
devletin temel organlarının seçimle iş başına geldiği bir yönetim biçimidir. Bu
rejimde Devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanı da milletçe veya milletin temsilcisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhuriyet yönetimi bu
niteliği ile şüphesiz ki demokrasinin en gelişmiş şekli, demokrasi prensibinin
en iyi uygulanmasını temin eden bir siyasi rejimdir.
Cumhuriyet yönetiminin birinci özelliği, seçim esasına dayanan bir idare
olmasıdır. Bu seçim de gerek seçme gerekse seçilme hakkı bakımından belli bir
kişiye, belli bir zümreye, belli bir sınıfa ait değildir; bütünüyle millete
aittir. Cumhuriyetle yönetilen bir devlette bir görevin, teokrasi veya saltanat
gibi bir usul de yoktur ve olamaz Cumhuriyet yönetiminde seçimle iş başına
gelenlerin görev süresi belli bir dönemi kapsar.
Cumhuriyet rejimi aynı zamanda,
insan unsuruna verdiği değer, insan hak ve hürriyetlerine gösterdiği saygı nedeniyledir
ki, çağdaşlaşmayı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı en iyi şekilde
gerçekleştiren bir ortam oluşturmuştur. Diyebiliriz ki Türkiye’nin çağ
atlaması, milletimizin Atatürk’ün önderliğinde her türlü engeli aşarak uygar
bir toplum haline gelişi, lâik ve demokratik cumhuriyet rejimi sayesinde mümkün
olabilmiştir.
Gençlerimizi ve her gelecek kuşak bilmelidir ki, bu vatanda kurduğumuz
Cumhuriyet yönetimi, Atatürk’ün önderliğinde çok büyük fedakârlıklarla
kazanılan bir ölüm kalım savaşından sonra gerçekleştirilmiştir. Bu büyük
başarının arkasında binlerce şehidin, binlerce gazinin harcı vardır. Bu
bakımdan, kurulan bu büyük eserin her yönü ile gelişmesi, geliştirilmesi,
doğabilecek her türlü tehlikeden titizlikle korunması, Cumhuriyet kuşaklarının Atatürk’e
ve onun inkılâp arkadaşlarına borçlu olduğu kaçınılmaz bir görevdir.
Cumhuriyet kuşakları, bu görevin
bilinci içinde, kendilerine bırakılan emaneti daima koruyacaklar, Türkiye
Cumhuriyeti’ni Büyük Atatürk’ün çizdiği yolda ebediyen yaşatacaklardır.
Cumhuriyet'in İlanı Kararını
Nerede Ve Kimlere Söyledim
Atatürk,
28 Ekim 1923 akşamı İsmet Paşa, Kazım Paşa ve misafir milletvekilleri ile yemek
yerken “ Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” der. Mustafa Kemal Cumhuriyetin ilanını şu sözlerle anlatmaktadır.
Yemek sırasında : "Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz" dedim. Orada
bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan
itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları
görevlendirdim.
Yaptığım programın ve verdiğim
talimatın uygulanışını göreceksiniz!
Efendiler,
görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı
davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü,
onların da aslında ve tabiî olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe
etmiyordum. Halbuki, o sırada Ankara'da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri
olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan
Cumhuriyetin ilân edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi
saydılar.
İsmet
Paşa bu olayı şöyle bildirir “Türkiye Cumhuriyeti başkanlığı seçimi için
yapılan oylamaya 158 kişi katılmış ve bütün üyeler oy birliği ile
cumhurbaşkanlığına Ankara milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı
seçmişlerdir.”
Cumhuriyetin Kazanımları
Siyasal
devrimler
·
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Toplumsal devrimler
Eğitim ve kültür alanındaki
devrimler
·
Tevhid-i Tedrisat (3 Mart 1924)
Ekonomi Alanında Devrimler
Hukuksal devrimler