Ankara’da bir alışveriş
merkezinin asansörü, hiç durmadan bir aşağı bir yukarı inip, çıkıyordu. Alt
katla üs kat arası yolculuk kısa sürdüğü için birkaç dakika içinde onlarca
insan katlar arası taşınıyordu. Asansörün içinde görevli genç, mesai saatleri
içinde hiç dışarı havası teneffüs etmeden asansörün aşağı ve yukarı düğmelerine
basarak, güvenli bir şekilde kullanılmasını sağlıyordu.
Üst kata gitmek için düğmeye
yöneldiğimde bir gencin benden önce asansörün üst kat butonuna bastığını gördüm.
Gençle göz göze geldiğimizde,
sanki ‘’Buranın görevlisi benim. Sizin zahmet etmenize gerek yok’’ dergibi,
mahcup ve ezik bir hal aldı.
Yolculuk çok kısaydı.
Hemen gence dönerek:
Bu asansörün içinde sabahtan
akşama kadar hep inip çıkıyor musun?
Uzun süre iki ayak üzerinde
daracık yerde ayakta kalmaya nasıl dayanıyorsun?
Genç:
Bedeninin yükünü bir sağ ayağına,
bir sol ayağına vererek ayaklarını sıra ile dinlendirmeye çalışıyordu.
Ürkek korkak bir sesle ‘’Mecburuz‘’ dedi.
Gözleri ve beden dili ile çaresizliğini söyler
gibi oldu.
-Sizin
altınıza bir sandalye verseler, olmaz mı?
-Hiç yetkililere bu konuyu duyuran
olmadı mı?
Başka bir bey ‘’Gerçekten çok yazık’’ diyerek söze
karıştı.
‘’Sandalye vermezlerse de bir tabure bari verseler’’ diye mırıldandı.
Bu kısacık asansör yolculuğunda
konu ile ilgili birçok konuşma oldu.
Dışarı çıktım alışveriş yaparken bilekafam
hep o gençteydi.
Bu kadar zorluğa dayandığına
göre, kim bilir ne derdi ne sorunları ne sıkıntıları vardı.
Çok belliydi temiz, düzgün bir
aile çocuğu olduğu.
Belliki bu genç evine helal ekmek
götürmek için her zorluğu göğüsleyecek bir yapıya sahipti.
Alışverişimi yaptım. Bayağı bir
zaman geçti. Arabayı çalıştırıp Kırıkkale yolculuğu başlayacaktı ki aklıma yine
o gencin iki üç metrekarelik yerdeki yolculuğu geldi.
Tekrar o gencin yanına gittiğimde
Aynı genç, bir aşağı bir yukarı
inip çıkıyordu.
Oradan uzaklaşırken bu konuyu bir
yetkili ile konuşayım dedim.
Bende ihmal ettim.
Yanlış yaptım.
Kırıkkale’ye doğru yol alırken o
gencin daracık bir yerdeki ayaktaki yolculuğu aklımdan hiç çıkmıyordu.
Arabanın farları karanlığı yarıp
giderken, ülkemizin ve dünyanın birçok yerinde aç, susuz kalan çocuklarile
ülkesini, yerini, yurdunu bırakıp bilinmeyen bilinmeze gitmek zorunda kalan
aileleri ve çocukları aklıma geldiğinde yüzümün terlediğini karşıdan gelen
arabaların farlarıyla, uyandığımda anlıyordum.
Keşke, tüm çocuklar sıcacık bir
yuva içinde başları okşanıp tatlı ninnilerle uyuyup, sabahları sevgi ile
şefkatle büyüselerdi….
Keşke, tüm çocuklar, tüm gençler
savaşların kirli ve acımasız yönünü hiç yaşamasalardı…
Keşke, tüm çocuklarımızın insanca
yaşamaları için yeteneklerine uygun bir işleri olsaydı…
Keşke, kendi çocuklarımız için
gösterdiğimiz ilgi, ihtimam ve hoşgörüyü tüm çocuklar ve gençlerimiz için de
gösterebilseydik…18.11.2019
İsmail Dursun KUZUCU