İnsanın
hayattaki en büyük zenginliği sağlıktır. Onun da kıymetini ancak kaybettikten
sonra anlarlar.
Kimi insan doğarken, kimisi ufacık yaşlarda yakalandığı amansız bir hastalıkla,
kimisi bir kaza sonrası bir şekilde sağlığını yada bedeninden bir uzvunu
kaybederek engelli bir şekilde yaşam savaşı vermeye başlar.
Ve
zorlu bir yaşam kavgasının ortasında bulur kendini.
Bir yandan sağlığı için mücadele ederken, bir yandan da yaşamını idame
ettirebilmek adına türlü türlü engelleri aşmaya çalışır insanlar.
Son yıllarda, her ne kadar olması gerektiğinin ve de Avrupa standartlarının çok
uzağında olunsa da, engelliler adına bir takım kıpırdanmalar yaşanıyor.
Gerek engelli istihadamı, gerek kamu ve özel idarelerde engellilere uygun
otopark zorunluğu, lavabo uygunluğu, apartman giriş rampaları şartları gibi
engelli insanlara yönelik şartlar olması bir nevi yüreğimize su serpiyor.
Fakat gel gör ki bu durumda da bunu topluma aksettirmek, bu hayatta engelli
insanların da var olduğunu hissettirip benimsettirmek hiç de kolay olmadığı
gibi anlayıştan uzak davranışlar yaralayıcı da oluyor.
Ortopedik bir yürüme engelli bir birey olarak size bir kaç anımdan bahsedeyim.
Bir gün işlerim dolayısıyla belediye binasına şahsi aracımla gitmiştim. Trafik
olanca yoğundu. Hemen bir engelli otoparkı ilişti gözüme. Maalesef oradaki park
bölgesi istila edilmiş. Bencil bir vatandaş engelli yakını adına aldığı aracı
kendi otoparkına çevirmiş. Saatlerce orada.
Oysa
ki işitme, görme ve zihinsel engelli insanları taşıması ve onlar içerisindeyken
engelli haklarından yararlanması amacıyla çıkarılmış yasal hakkı, sırf araç
almakla o hakka sahipmiş gibi algı oluşmuş insanlarda.
Bir gün hastaneye gittim asansör bekliyorum. Asansör açıldı ve içi tamamen
dolu. İçerisindeki insanların yaş ortalaması 20-30 arası. Çıkacakları kat bir
üst kat. Yanıma gelen kişi, inipte yer vermeyenlere çok tepki gösterince mutlu
olmuştum. Fakat asansör geldiğinde ben beklerken asansöre binip yukarı
çıktığında bakakaldım ardından. Tam bir hayal kırıklığı yaşadım.
Bir arkadaşım işitme engelli çocuğunu hastaneye götürmüştü. Orada "neden
randevu almadınız" sorusuyla karşılaşınca siz "alsaydınız"
cavabı verilmişti. O da "engellilere öncelik yok mu zaten" diye soru
yöneltince; ukalaca "hangisine" diye ukalaca cevapla
karşılaşabiliyor.
Bir başka şehirde görme engelli kişi yolda yürürken farkından olmadan bir başka
kişinin aracının aynasına kolu değidiği için gözüne biber gazı sıkılıyor.
İşe alımlarda bakıyorsunuz kolunu, bacağını veya herhangi bir uzvunu kaybetmiş
insan açıkta kalırken, nasıl bir engeli olduğu muallakta insanlar, rapor alarak
o kadroları dolduruyorlar. Diğer engelşi insanlar yine mağdur oluyorlar.
Apartman önüne engelli rampası yapılmadan ruhsat verilmemesi söz konusuyken,
sırf yapılmış olsun diye yapılan kullanımsız rampalar engelli insana verilen
değeri de gösteriyor açıkçası.
Bu şartlarda bakıyoruz ki engelleriyle mücadele eden insanların önüne çıkarılan
engeller,yaşamını iki kat daha zorlaştırıyor.
Şimdi soruyorum
"ENGELLİ İNSAN MI VAR, ENGELLENEN İNSAN M!?"
Yine 3 Aralık Dünya Engelliler için Farkındalık günü geldiğinde her insan bir
engelli adayıdır diye slogan atan insanlar, ertesi gün engelli otoparklarını ve
rampaları ihlâl edecekse, engelli insanın gözüne biber gazı sıkacaksa veya
hukuksuz davranışını ikaz etti diye engelli insanı darp edecekse varsın 3
Aralık Gününde sessiz kalsın.
Mühim olan sevgi engeli olmasın, düşünce fakiri olmasın. Engelli insan acınmak
değil, anlaşılmak ister.