Hayallerimizi,
çocukluk kahramanları He-Man ve Süperman gibi çizgi film karakterlerinin
süslediği, Amerikan filmlerinin esir aldığı, sözde güçlü yıldızları Rocky ve
Rambo serileriyle etkilendiğimiz yıllarımızdı.
1980'lerin sonu, 90'lı yılların başları...
Her ne kadar Vietnam'dan hüsranla dönse de Amerika, oradan bir zafer
kazanmışçasına kendi kültürünü Hollywood filmleriyle insanlara taa çocukluk
yıllarından enjekte etmeye başlamıştı.
Sadece TRT 1 ve TRT 2 televizyon kanallarının, belirli saatlerde yayın yaptığı,
ne yayınlanırsa o programın izlenildiği zamanlardı. İnternet esaretliği ve tv
tutkusundan uzak, kendimize has oyunlarımız ve mahalle arkadaşlarımızla
haşırneşir olduğumuz dönemlerdi.
Sadece Cüneyt Arkın'ımız vardı yerli kahramanımız. Tarihte bir Kara Muratımız,
bir Battal Gazimiz olduğunu ondan öğrenmiştik. Arkadaşlarla Cüneyt Arkın'ın
Rocky'nin, Rambo"nun yaptıkları kahramanlıkları anlatıyorduk birbirimize.
Hep onlar gibi güçlü olmaktı hayalimiz.
Sonra bir gün TRT ekranlarında bir sporcudan bahsedilmeye başlandı. Ufak tefek
birisiydi. O cüssesiyle, koca koca demirleri, tüm gücüyle ellerinin üstünde
tutuyordu.
Hem de saniyelerce...
Sanki hiç bırakmayacak gibi...
Koskoca ağırlıkların bağlı olduğu, çelik barın bile eğildiği, kendi kilosunun 3
katından daha fazlasını, içten gelen haykırışlarla kaldırmıştı. Adeta Çanakkale
Savaşında Seyit Onbaşının gülleyi kaldırdığı bir edâ ile...
Milli marşımız okunmuş, ayyıldızlı albayrağımız dalgalanmıştı. Tüm dünyanın
gözleri önünde göğsümüz kabarmıştı. Spor dallarında güreş haricinde madalyaya
hasrettik o yıllar.
Hepimizin artık yeni bir kahramanı vardı. Üstelik de filmde değildi. Gerçek bir
kahraman, gerçek bir güç.
Halteri tutuşu...
Nefes alıp-verirken, saçlarını üfleyişi...
Kendinden emin duruşu...
Ve yürekten gelen o haykırışı....
Sanki dünyaya meydan okuyor gibiydi....
Bunca
yaşadıkları zulme cevap verir gibiydi....
"Ben TÜRKOĞLU TÜRKÜM, şalamanov değilim, ben NAİM SÜLEYMANOĞLU'yum"
der gibiydi.
Esasında daha çocuk sayıldığı zamanlarında yaşadığı zorlukları, esaretten
özgürlüğe kavuşmanın yükünü kaldırmıştı.
Tüm gönüllerimizi fethetmişti. Çocukluk literatürlerimize halter de katılmıştı.
Bizler o yaşlarda bayrağımızın dalgalanmasının ne kadar gurur verici olduğunu
daha derinden öğrenmiştik. Kendi yaptığımız küçük halterlerle ağırlık
çalışıyor, spor yapıyorduk. Spor sevgisini benimsetmişti bizlere.
İnsanlara milli ruh aşılamıştı sanki.
O, ay-yıldızlı al bayrağın altında yaşamak için çırpınan ve o bayrağın altında
toprağa düşmek isteyen, vatan sevdalısı bir kahramandı.
****
22 Kasımda vizyona giren, Naim Süleymanoğlu'nun hayatını anlatan NAİM filmini,
sadece bir film gibi yorumlamadan, yaşayarak, sindire sindire izlemek
gerekiyor.
TIME DERGİSİ'ne kapak olmuş, tüm zamanların en iyi sporcusunun,
esaretten özgürlüğe kavuşmak için verdiği mücadelenin öyküsü olarak izlemek
gerekiyor.
BU VATANDA HÜR OLARAK DOĞMUŞ İNSANLARIN, NASIL BİR ZENGİNLİĞE SAHİP
OLDUKLARININ bilinciyle izlemesi gerekiyor.
Tek üzüldüğüm husus ise, bu derece başarılı, rekor üstüne rekor kırmış, yüreği
vatan sevgisiyle dolu, CEP HERKÜLÜ tabiriyle bir asra mühür vurmuş
sporcumuzun filmini, keşke hayattayken çekebilseydik. Onu yaşarken
onurlandırabilseydik.
Her değerin kıymetini, kaybettikten sonra anladığımız gibi, milli sporcumuzun
da değerini kaybedince anladık malesef.
Yüzyılın en iyi sporcuları arasında yer alan ve 1988'den bu zamana kadar hâlâ
rekorunu elinde bulunduran, milli haltercimiz Naim Süleymanoğlu'nu saygı
ve rahmetle yâd ediyorum.
Rûhu şad olsun.