Cemreler düştükçe ılıklaşırdı
yürekler. Kuş sesleri ile kucaklaşırdı ağaçlar, şenlenirdi bahçeler. Gökte ne
çok dalgalanırdı renkli uçurtmalar. Balonu kaçan çocukların avazları bile tatlı
gelirdi penceresinden sokağa bakan ihtiyara. Bahar ne güzel mevsimdi. Huysuz
ihtiyarları, yaramaz oğlakları bile sevimli hale getirirdi.
Beyaz hırkasını atardı toprak ve tüm
canlılara yeşil yeşil gülümserdi. Geceleri yıldız yıldız açan gök, gündüzleri
kuş, bulut, gökkuşağı açardı. Kardeşçe dans ederdi doğada her şey. Bahar, barış
demekti bir zamanlar...
Hiçbir bahar tanımamıştı ki
yüreğim kötülük yer yüzünü yumuşakça terk etmesin ama bu bahar, başka bahara
uyandık. Cemreler değildi de yurduma düşen, ateşler arasında kaldık. İğdelerin
tatlı kokuları yerine keskin yanık kokularıyla doldu içimiz. Göğe ağan kuş
sesleri değil, anaların acı feryatlarıydı. Biz ne zamanki yirmili yaşlarında
baharını yaşamadan silah verdik ellerine çocuklarımızın ve de geri
dönmemecesine yolcu ettik kınalayıp avuçlarını, bahar da bizi terk etti.
"Bir ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş cinayetti." ve tüm
baharlar bilirdi bunu ama biz bilemedik.
Şimdi ne yazılsa boş, ne söylense
boş! Acıyı tatmamış, kör olmuş yüreklere ne anlatılabilir? Bir çocuğun nasıl
yetiştirildiğini bilmeyene ne kadar işler lafımız? Mesela baharı hiç görmemiş,
insanlıktan nasibini hiç almamış yüreklere kim nasıl anlatabilir ki ölümün
acısını?
Bu bahar bilmem fark ettiniz mi
toprak gülümsemeye utanıyor. Bademler çiçek açmaya, limon çiçekleri kokmaya utanıyor. Nasıl yeşillerimi giyineyim
ki, diyor ağaç, masumların kırmızı kanına
bulanmışken kötülüğün eli. Yalnız başına bir kız gelinliğinin içinde kimsesizlikte
kalmış ağlıyor, bir kadının eli karnının üzerinde babasını hiç göremeyecek
evladını çaresizce okşuyor. Bir ana çerçevede okşuyor kınalayıp ölüme
yolladığını bilmeden yolladığı yavrusunun soğuk resmini... O resimdeki bir daha
hiç etten, kemikten olmayacak; anasının parmak uçlarına hep soğuk dokunurken
yüreğini korkunç acılarla yakacak... Bir baba dışı serin görünürken içi
yanmanın ne olduğunu iyice öğrenecek, kulağı her gece oğlunun merdivende
bıraktığı ayak sesinde... Boş umutlarla atan yüreklerde, bir mum gibi tükene
tükene, hiç gelmeyecek olanı beklemenin kavurucu acısı, zaman geçtikçe daha çok
dokunacak.
Ve bu yıl gelmeyecek bahar. Biz
geldi sanacağız. Çiçek açmış ağacı birbirimize gösterip "Bak geldi."
diyeceğiz ama bu, bir aldatmacadan ibaret olacak çünkü masum insanlar gençlik
çağında ölmeden önce "barış" demekti bahar. Barış gelmezse bahar da
gelmeyecek. Bir daha hiç...