İlk kez 1987 yılında tanımıştım kendisini. Bir ramazan günü,
şehrimizde düzenlenen kitap fuarına, kitaplarını imzalamak ve okuyucularıyla
söyleşi yapmak için gelmişti. Yanında da Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in kurucu
genel başkanı merhum Ȃkif İnan’la, şu an Yeni Şafak Gazetesi’nde yazan Ersin
Gürdoğan vardı. Bir de hemşerimiz, hikâyeci, Necip Tosun…
Rasim Özdenören söyleşi ve imzanın ardından yerel bir TV’de
(yanılmıyorsam Denge TV’de) Necip Tosun’la canlı yayın, bir söyleşi
gerçekleştirdi.
O zamanlar Kırıkkale’nin kültürel atmosferi gerçekten çok farklı
idi. Her dernek, vakıf, gönüllü kültür teşekkülü, kendi çapında yaptığı
faaliyetlerle şehrin kültürel yapısına önemli ölçüde katkılar sağlamaktaydı.
Arada
geçen yıllar, ülkemizi olduğu gibi şehrimizi de kültürel anlamda olumsuz
etkiledi. Rasim abinin deyimiyle “İnsanların geçim derdiyle uğraştığı bir
dünyada kitap okumanın faydalarından bahsetmek biraz abes bir durum” sürüp
devam etti.
Ama biz yine de üzerimize düşen sorumluluğun bilinci ile hareket
etmek durumundayız. Kendimizden başlayarak bulunduğumuz ortamı iyileştirme
çabası içerisinde olmalıyız.
Daha sonraları bu bağlamda, bir sivil toplum kuruluşu olan
Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen örnek bir çalışma yaparak edebiyat alanında son
elli yılımıza damgasını vuran, otuzu aşkın eseri bulunan, değerli düşünür Rasim
Özdenören’i şehrimize davet etti. Memur-Sen yöneticilerini tebrik ediyorum.
Üç saate yakın, soru-cevap ve özel bölümlerden olmak üzere, bir
sohbet gerçekleştiren Özdenören’in, sinerjisini hiç kaybetmediğini gördüm. Yaşı
yetmişlere merdiven dayamasına rağmen, o enerjisinden hiçbir şey eksilmemişti.
Üç saat kesintisiz konuştu ve zaman müsait olsa daha da konuşabilecek
durumdaydı. Daha sonra da kitaplarını imzaladı.
80’li yıllarda, ilk denemelerinden olan “Yaşadığımız Günler” ve “Müslümanca
Düşünme Üzerine Denemeler”, elimizden bırakmadığımız başvuru kaynakları
idi. Ve hâla kitaptaki düşünceleri günümüzde bile güncelliğini kaybetmemiştir.
Hep zamandan şikâyet eder dururuz. O, bize zamandan şikâyet
etmememizi; kötü bir zamanda iyi bir insan, iyi bir Müslüman olunabileceğini
öğreten kişidir. Bizim, “Gül Yetiştiren Adam” olmamızı istemiştir. Kendisi de
bu uğurda bütün ömrünü vakfetmiştir.
Kırıkkale Üniversitesinde tamamladığım lisans bitirme tezimi, Rasim
Özdenören’in öyküleri üzerine yapmıştım. Bu duruma ziyadesiyle memnun kalmıştı.
İlk dönemde yayımladığı her biri kendi içerisinde kıymetli beş öykü kitabını
inceleyerek, eserlerinde “insan” temasını nasıl ele aldığını vurgulamıştım.
Sonuçta şu ortaya çıkmıştı: Rasim Özdenören’in öykülerinde ele aldığı insan
tipi, Anadolu insanının tipik bir örneği idi. Köy yaşantısını şehre taşımaya
çalışan; fakat şehrin bu yaşantıyı dışladığı, kültürel erozyona maruz kalmış
bir Anadolu insanı…
Rasim Bey; DPT’de çalışırken kendisiyle tezime kaynaklık olması
açısından bir de söyleşi gerçekleştirmiştim. Söyleşiyi, Özdenören için özel
sayı hazırlayan “Yedi İklim”
dergisine göndermiştim. Özel sayıda, gönderdiğim söyleşi yayımlanmadı. Aradan
iki yıl kadar bir zaman geçti. Bir de baktım ki benim iki yıl önce gönderdiğim
söyleşi yayımlanmış, altında da şöyle bir not: “Bu metin iki yıl önce özel sayı
için gönderilmiş, arşivimizde kalmıştı. Özel sayı çıktıktan sonra farkına
varılmıştı. Bazı bilgiler biliniyor ve üzerinden iki yıl geçmiş olmasına
rağmen, bazı bölümlerin orijinalliği dikkate alınarak yayımlamayı uygun
gördük.” Yedi İklim…
Ey güzel insan! İnsanların çeşitli dünya lezzetleriyle gününü gün
ettiği, menfaati için yapmadık şey bırakmadığı, kinini kardeşine yönelttiği bir
ortamda sen gül yetiştirmeye devam et. İnşallah o güller dimdik, düşünce
dünyanın filizleri olarak sana tebessüm edecek…