1873
yılında, İstanbul Fatih’te dünyaya gelen Mehmet Akif’i, İstiklâl Marşımızın kabulünün 99. yıl dönümünde, bir kez daha rahmetle ve
şükranla yâd ediyoruz. Mehmet Ȃkif, edebiyat dünyasında “İstiklâl Şairi” olarak bilinir. Bütün ömrünü, içinde yaşadığı toplumun
kurtuluşu için harcamış, örnek bir şahsiyettir.
Devrine
göre çok iyi bilgi ve donanıma sahip olan Âkif, bunda, kendisini yetiştiren
hocaların önemli bir payı olduğunu söyler. Bu bilgi ve kültürün yanı sıra
ailesinden aldığı ahlaki terbiye de onun kişiliğinin oluşmasında en büyük
etkenlerden biridir. Safahattaki manzumelerden birinde dipnot olarak babası
için: “benim hem babam; hem hocamdır” der.
Bu
ahlaki erdemle şahsiyet sahibi olmuş ve ömrünün sonuna kadar bu istikamet
üzerine yaşamını devam ettirmiştir. Onun hayatında, bir kısım şair ve
yazarlarda görülen zikzaklar pek görülmez. O, bildiği her doğruyu, kendi
üslubunca ifade etmekten kaçınmamıştır. Bu doğruyu aktarma düşüncesini yeri
gelmiş zamanın padişahına; yeri gelmiş İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı
açıklamaktan hiçbir zaman çekinmemiştir.
Âkif,
Millî Mücadele yıllarında İstanbul’da kalmanın, burada şiirler yazmanın
faydasına inanmadığı için Anadolu’ya açılmış ve yaptığı ateşli vaazlarla
milleti topyekûn bir mücadeleye yönlendirmiş, onların bilinçlenmesi için çaba
sarf etmiştir. Balıkesir Zağanos Paşa Camiinde memleketin kurtuluşu için
verdiği vaazlar ve 19 Ekim’de Kastamonu Nasrullah Camii’nde yaptığı meşhur
vaazı buna örnek verilebilir.
Âkif, bu
vaazlarda Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü durumu izaha çalışarak bütün sömürgecilere
karşı millî birlik ve bütünlük içerisinde karşı konulması gerektiği tezini
işliyordu. Bunda da başarılı olduğu inkâr edilemez. Kurtuluş mücadelesinde
Akif’in verdiği vaazlar, hem asker üzerinde hem de halk üzerinde milli birliğin
tesis edilmesinde büyük görevler icra etmiştir.
Ankara’ya
geldiği yıllarda patlak veren Konya isyanı için Meclis heyeti ile Konya’ya
giden Akif, burada verdiği hutbe ve vaazlarla sükûneti temin etmiş, halkın
isyana katılımını engellemiştir.
Birinci
Mecliste görev alan Akif, muhalefet grubunda yer alır. İstiklal mücadelesinin
sona ermesinden sonra oluşturulan ikinci mecliste yer almaz. Yeni hükümet onun
ideallerini taşımadığı için 1923 yılında adeta küser gibi Mısır’a gider. İki
yıl sonra tamamen oraya yerleşir. Üniversitede edebiyat dersleri verir.
Kur’an-ı Kerim tercümesi üzerine çalışır.
1935
yılında istirahat için gittiği Lübnan’da sıtmaya yakalanır. Vatan
topraklarından uzakta ölmek düşüncesi onu kahreder. İstanbul’a döner. 27 Aralık
1936 gecesi ruhunu teslim eder. Cenazesine hükümet ilgi göstermez. Kıymet bilen
Türk gençliğinin omuzlarında resmi değilse bile milli bir törenle Edirnekapı
Şehitliği’ne defnedilir. Çok üzücü bir manzaradır bu.
Mehmet
Akif, 1920 yılının son aylarında yapılan İstiklâl Marşı güfte yarışmasına,
içinde ödül olduğu için katılmamıştır. Sonra özel istek üzerine, ödül almamak
kaydıyla bu yarışmaya katılmış ve kahraman ordumuza hitap eden İstiklâl
Marşımızı yazmıştır. Marş, o günkü meclis tarafından kabul görmüş ve ayakta,
coşkuyla, alkışlar içerisinde defalarca okunmuştur.
12 Mart 1921’de Mecliste kabul edilerek defalarca, heyecanla ayakta okunan İstiklal
Marşımızı, şimdi bizler de aynı o coşku, heyecan ve gururla okuyoruz.
Sözlerimizi de Âkif’in duasıyla bitiriyoruz: “Allah, bu millete bir daha İstiklâl
Marşı yazdırtmasın.”