Şubu, ilginç bir başlık gibi mi
geldi size? Aslında hemen söyleyeyim bilmediğiniz bir şey yok bu yazıda. Hatta
üzerinde düşünmediğiniz bir şey de yok. Sadece, siz "Şubu" diye ifade
etmiyordunuz belki hepsi bu.
İtiraf etmeliyim ki ben de sizin
gibi "Şubu"yla yıllar öncesinde tanıştım ama adını bugün bu yazıyı
düşünürken koydum. Tamam, tane tane anlatayım en baştan. Yazı yazmayı seven
biriyim hepiniz az çok biliyorsunuz. Birçoğunuz sağ olun güzel dönütler de
veriyorsunuz. Yine de ben güzel yazdığıma ikna olmuyorum bir türlü çünkü yazmak
istediklerim, kafamdakiler çok başka. İçimde kocaman romanları oluşturabilecek
duygular varken üstelik kırk yıllık yaşanmışlık bunu destekliyorken üç yüz dört
yüz kelimeden oluşan köşe yazıları yazıyorum ve onlar da istediğim gibi değil,
diye düşünüyorum. İşte bugün sebeplere
inmeye çalıştım "Neden istediğim gibi olmuyor yazdıklarım?" diye
düşünürken okumalarımı da gözden
geçirdim, eh fena okumuyorum. Aldığım eğitim de ilk ve ortaokul yılarını
saymazsak fena değil. İçimdeki duygu yoğunluğunu dile dökemem, zaten döksem
yazar olurdum :) Evet, kabul ediyorum
yazma konusunda bende disiplin yok, yani her gün şu kadar kelime yazmalıyım
gibi bir çalışkanlığım yok hatta tembelim bu konuda belki de yazamamaktan kaçıyorum.
Neyse asıl sebepler bunlar değil yine de. Gerçek sebep "Şubu"dan
kaynaklı. Biliyorum ki "Şubu" korkunç bir varlık. Üstelik hepimizin
hem hayatında hem de hepimiz "şubu"nun birer parçasıyız.
Şubu'yu hayatımızdan çıkardığımız
zaman ancak bazı işleri istediğimiz gibi yapabileceğiz. Özgür olacağız çünkü.
Peki, onu nasıl hayatımızdan çıkaracağız, diye düşünüyorsunuz belki de. Onu da
diyeyim: en başta onun bir parçası olmayarak... Ben bugün Şubu yüzünden
istediğim gibi yazamadığımı hatta istediğim gibi olamadığımı, bilinçaltımda
sinsice onun yattığını fark ettim. Sonra ona boyun eğdiğim için kendime kızdım,
sonra onun yüzünden kendime kızdığım için bir kez daha kendime kızdım. Şubu,
binlerce yıllık bir sorundu. Her iki insanın bir araya gelmesiyle oluşan;
köylerle, kasabalarla, ilçelerle, illerle, ülkelerle kalabalıklaşan bir sorun...
Bir insanın kendini hatırlamasındaki ilk travmasıydı. Kemirgendi bir kere. Hele de yaratıcılıktan, sanattan nefret
ederdi, en çok onları kemirmek isterdi. Şubu'yu alt edemeyen koca kalabalıklarda
onu yenebilen üç beş insan sayesinde sanat ve bilim ilerleyebiliyordu.
Anlayacağınız "Şu ne der, bu ne der?" in kısaltması ŞUBU. İnsanların
dedikleri, yaptıkları, yargıları bitmez ki. Dedikodu, toplumsal baskı, ne zaman
biter biliyor musunuz? Kulaklarını ona tıkadığında ve onun bir parçası olmadığında.
Ben bugün kırk yıllık yaşamımdan
edindiğim tecrübeyle şunun bunun dediklerine kulak asmanın ya da asmamaya
çalışmanın zorluğunu çok iyi anlayabilirim. Daha beş yaşında etek boyu yüzünden
babaannesinden bacaklarına baston yemiş biri olarak hem de iyi bilirim Şubu'yu.
Bu gün
bir kez daha anladım ki onu hayatımdan çıkarmadan gerçek başarıya
ulaşmam imkansız. Hayatımdan onu çıkarmamsa asla imkansız değil. Artık onun bir
parçası olmak istemiyorum, o da benim yapmak istediklerime engel olmasın.
Sizler "Şu bu ne der?"
diye eskimiş koltuk takımlarınızı değiştirip arabanızı bir üst modele taşırken
ben okuyor yazıyor olacağım. Sizler çok öfkeliyken bile " Şu bu ne
der" atıyorum "Komşu ne der?" diye kısık sesle tartışırken ben
bangır bangır bağırabileceğim. Sizler onun yüzünden attığınız her adıma, ne
bileyim evinizin temizliğine, gece eve dönüş saatinize, kimlerle ahbaplık
ettiğinize dikkat ederken ben içimden ne geliyorsa onu yapacağım.
Şubu'yla olmak istemeyen ve ondan
korkmayan herkese dünyanın farklı alanlarında mesela sanatta, edebiyatta,
dostlukta... bir yer var. Ondan kurtulduğunuzda attığınız her adım farklı olacak göreceksiniz.