“Sultanü’ş-Şuara”
veya nam-ı diğer “Kaldırımlar Şairi” Necip Fazıl Kısakürek üzerine pek çok yazı
ve biyografik eser yazılmıştır. Ben de bu yazıda, bu biyografik eserlerden
birisinden, Mustafa Miyasoğlu’nun hazırlamış olduğu Necip Fazıl Kısakürek’ten
bahsetmek istiyorum.
Akçağ
Yayınları arasından çıkan kitabın elimdeki ikinci bakısı, 1992 yılını
gösteriyor. Kitabı, 4 Şubat 1996 yılında Ankara Kocatepe Camii’nde düzenlenen
kitap fuarından temin ettim. Kitap, üç bölümden oluşuyor.
Birinci
bölümde Necip Fazıl’ın şahsiyeti; ikinci bölümde eserlerinin tasnifi; üçüncü
bölümde Necip Fazıl’ın tesir çevresi ele alınıyor. Ayrıca yazarın kitaba aldığı
şairin birkaçı şiiri ve bu şiirler üzerine yaptığı yorumlar da ek bölümde yer
alıyor.
Giriş
kısmında Miyasoğlu: “Üstad’ın eli kalem tutan her Müslüman’da emeği, her
entelektüelde hakkı vardır inancındayız” diyor. Çok doğru bir tespit. Bugün
İslâmi bir edebiyattan bahsedilebiliyorsa onun temel taşlarında Necip Fazıl,
Nuri Pakdil ve Sezai Karakoç’un emekleri ve harcı vardır.
Necip
Fazıl çok yönlü bir şairdir. Yüz civarında eser veren şair, hemen hemen
edebiyatın her alanında mükemmel eserler ortaya koyar. Şairliğinin yanı sıra,
hikâyeciliği, tiyatro yazarlığı, gazeteciliği, hatipliği ve mütefekkirliği ile
komple bir sanatçıdır.
O
sadece sanat eserleri ortaya koymamış aynı zaman da aksiyoner kimliğinin bir
yansıması olarak toplum içerisinde inandığı davanın mücadelesini vermiş,
savunmasını yapmıştır. Çıkardığı dergilerle bu mücadeleyi sürdürmüştür. Kalıcı
ve uzun ömürlü olmayan “Borazan” ve “Ağaç” dergilerinden sonra ömrünü ve
mücadelesine adını verdiği “Büyük Doğu” ile kırk yıl yaşamayı ve yüksek sesle
davasını haykırmayı başarmıştır. Hem şair hem de mütefekkir olarak büyük çaplı
eserler veren Necip Fazıl’ın ortaya koyduğu ürünlerin bir benzerini ortaya koyan
eser sahibi çağımızda ve günümüzde yoktur.
Necip
Fazıl, eserlerinin bir kısmını tarih ve tarihi şahsiyetler üzerine yazmıştır.
Özellikle mevcut anlayış bakımından ötelenmiş, örselenmiş, hakkı yenmiş ve
reddedilmiş şahsiyetleri, bir başkaldırı şeklinde eserlerle ortaya koymuştur.
Özellikle Sultan Vahidüddin ve Sultan II. Abdulhamit bunlara örnek verilebilir.
Bohem
hayatı yaşadığı yıllarda yazdığı “Kaldırımlar” şiiri ile ünlenen Necip Fazıl
asıl kimliğini şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanışmasından sonra kazanır. Onu da:
“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; / Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız”
şeklinde dile getirir. Akabinde de “Bildim seni ey Râb, bilinmez meşhûr “
dediği sürece ulaşacaktır. Bu süreç, Necip Fazıl’ın eserlerine de
yansıyacaktır.
Klasik
edebiyatta iki teori vardır. Sanat ve edebiyat ile uğraşanlar bunu ya “halk”
için ya da “sanat” için yaparlar. Bu durumu da “Sanat sanat içindir” ya da
“Sanat toplum içindir” teorisiyle sembolize ederler. Necip Fazıl, edebiyatta
bugüne kadar bilinen teorilerin hepsini ters yüz ederek, yıkarak “Sanat Allah
içindir” tezini savunmuştur. Eserlerini de hep bu minval üzere oluşturmuştur. İslam’a
ve onun değerlerine teslim olan Necip Fazıl “Sanat Allah içindir” anlayışını:
“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış, / Marifet bu, gerisi çelik çomakmış” dizeleriyle
pekiştirir. Hayatını da bu çizgide sürdürür.
Son
nefesine kadar çizgisinden sapma göstermeyen Necip Fazıl vasiyetinde, cenazesine
bando ve çelenk istemediğini belirtir. Cenazesine bando ve mızıka gelmemiş;
gönderilen çelenkler de kime ait olursa olsun, Üstad’ı seven gençler tarafından
vasiyette belirtildiği üzere parçalanarak çöpe atılmıştır.
Miyasoğlu,
Necip Fazıl’ın son anını oğlu Ömer Kısakürek’in naklettiği şekliyle kitabına
alır. Cümleler aynen şöyledir: “Çok güzel öldü” dedi, Ömer. Gece saat biri on
geçiyordu. Fenalaştı. Beni yanına çağırdı. Beni kaldır ve oturt dedi.
Kaldırdım, oturdu. Elini alnına götürdü. Ufuklarda bir yolcu ararcasına
uzaklara baktı. Tebessüm etti ve beni yatır dedi. Yatırdım. Bana Kur’an oku
dedi; Yasin Suresi’ni oku… Okumaya başladım. Yüzünde boncuk boncuk ter.
Kelime-i Şehâdet getirmeye başladı. Ruhunu teslim etti.”
Sizi
bilmem; ama ben İlk kez, bu kitapla, Necip Fazıl’ın ölüm anına ait anekdotla
karşılaştım. Hayatıyla insanlara örnek olan Necip Fazıl, ölümüyle de bize
örneklik teşkil ediyordu.
Bu
duygularla, vefatının 37. yıldönümünde Üstadı bir kez daha rahmetle yâd
ediyorum.