İki Dünyanın Hesaplaşması’nda Ersin
Nazif Gürdoğan, bilinen dünya ile bilinmeyen dünyanın karşılaştırmasını yapar.
Sanatın ve edebiyatın bu hesaplaşmadaki rolünden bahseder. Sanatın ölümlü
dünyada ölümsüz dünyayı arama serüveni olarak değerlendirirken; sanatçıyı da bu
iki dünya arasındaki köprüye benzetir.
Kültür,
edebiyat, sanat bağlamında Türk tarihine damgasını vuran büyük şahsiyetlerden
bahseder. Bu şahsiyetleri, biyografik hayatlarından ziyade kültür ve sanat
bağlamında ele alır. Bunlar içinde en başta Mehmet Akif gelir. Mehmet Akif’i;
kökleri geçmişte, dalları gelecekte olan büyük bir Anadolu çınarına benzetir.
Akif’in, Anadolu insanının geleceğini kendi özüne dönmekle elde edileceğini
belirttiğini söyler. Akif’in şiirinin bütün Anadolu’nun yükünü çeken insanların
çığlığı olduğunu ilave eder.
Gürdoğan
daha sonra Necip Fazıl’ı ele alır.
Necip Fazıl’ın, Cumhuriyet döneminin çileli hayata sahip düşünce ve eylem
ustalarının başında geldiğini söyler. Sanatın, onun gözünde bir amaç değil;
geleceği aramanın bir aracı olduğunu belirtir. İnsanın iç dünyasındaki uyum ve
düzeni kavramadan, dış dünyasındaki uyum ve düzenin dinamiklerinin
kavranılamayacağını belirten Gürdoğan; Necip Fazıl’da bu dinamiklerin “iman” ve
“aksiyon” şeklinde kendini gösterdiğini ifade eder ve Necip Fazıl’ın hayat
kaynağının Batıda değil; Doğuda olduğunun altını çizer.
Gürdoğan;
“Dost Zengini Bir Bilge” olarak Fethi Gemuhluoğlu’ndan bahseder. Yirmi
birinci yüzyılda insanların gönüllerinin ekonomik silahla değil; kültürel
değerlerle kazanılabileceğini belirtir. Globalleşen dünyanın sevgiyle silahlanmasını
bilenlerce değiştirilebileceğini; bu silahlarla insanların hem kendilerini hem
de çevrelerini değiştirebileceklerini söyler. Bu bağlamda gönül mimarı Fethi
Gemuhluoğlu’nun Türkiye’ye büyük ve güçlü bir entelektüel sermaye
kazandırdığını belirtir.
Gürdoğan;
“İnançsız, ahlaksız kültür ve ekonomi düşünülemediği gibi, kültürsüz ekonomi,
ekonomisiz kültür düşünülemez” diyen Sezai
Karakoç’u doksanlı yıllardaki gelişmelerin haklı çıkardığını söyler. Köklü
ve sağlıklı bir kültüre dayanmadan güçlü ve sağlam bir ekonomi geliştirmenin
mümkün olamayacağını belirtir.
Kudüs
şairi olarak bilinen Nuri Pakdil’in,
Anadolu insanının düşünce ve eylem anlayışına yeni boyutlar getirdiğini
belirten Gürdoğan, Pakdil’in, insan ruhunun derinliklerine inmeyi ustalıkla
başaran şairlerin başında geldiğini söyler. Pakdil’in; kitabı hem görünen hem
de görünmeyen silah olarak kuşandığını; edebiyatsız topluma derinlik
kazandırmak için düşünce kadar eylemin de gerekli olduğunu, bu bağlamda Pakdil’in
hem bir düşünce hem de eylem ustası olduğunun altını çizer.
Yedi Güzel Adam’dan biri olan Cahit Zarifoğlu’nun “şiiri”
yakalayamayanların arasından toplumları peşinden sürükleyecek öncülerin
çıkmayacağını söylediğini belirten Gürdoğan, Zarifoğlu’nun “söz”ün ustası
olduğu kadar “eylem”in de ustası olduğunu ifade eder.
Gürdoğan,
Yedi Güzel Adam’dan biri olan benim
de kendisiyle tanışma şerefine eriştiğim M.Akif
İnan’ı medeniyet bağlamında ele alır. İnan’ın bulunduğu ortamı, özü ve
sözüyle güzelleştirenlerden biri olduğunu belirtir. Akif İnan’ın her gittiği
yerde mutlaka geniş bir sohbet ve dost halkası oluşturduğunu söyler.
Mavera Dergisi’nin kurucuları arasında
yer alan şair Erdem Bayazıt’ı
Anadolu’nun dünyayı vizesiz dolaşan sesi olarak tasvir eder. Bayazıt’ın
şiirleriyle bütün insanlığa seslendiğinin altını çizer.
Yine,
Yedi Güzel Adam’dan biri olan ve
benim de üniversite bitime tezimi öyküleri üzerine yaptığım Rasim Özdenören,
Gürdoğan’ın DPT’den yakın çalışma arkadaşı ve Türk öykücülüğünün de önemli bir
kilometre taşlarından biridir.
Şahıslardan
şehirlere geçen Gürdoğan, şehirlerin medeniyet üzerine etkilerini belirtir.
Mekke, Medine ve Kudüs üzerinde durur. Bunların yanına İstanbul’u da ekler.
Gürdoğan: “Mekke, İslam’ın; Kâbe, Mekke’nin kalbidir.” dedikten sonra
Medine’nin kalbinin de Peygamber Mescidi olduğunu söyler. Kudüs’ün ise üç büyük
din tarafından kutsal kabul edildiğini; Kudüs’te huzur isteniyorsa ancak bu
şekilde varlığını devam ettirmesi gerektiğinin altını çizer.
Yeryüzünde
bir savaşın yaşandığını belirten Gürdoğan, yeni savaşın bir yanında aşkın
kültürün, diğer yanında seküler kültürün yer aldığını söyler. Toplumları güçlü
kılanın orduları değil; adalet odaklı yönetimleri olduğunu ifade eder. İki
dünya arasındaki sınırları şiirle silahlanmasını bilenlerin yıkabileceğini,
varoluşun kaynağının Allah dışında arayan şiirin, aşkınlığın perdelerini
aralayamayacağı gibi aşkınlığı da yakalayamayacağını belirterek sözlerini
tamamlar.
Hazreti
Âdem’in oğulları Habil ve Kabil’le başlayan İki
Dünyanın Hesaplaşması kıyamete kadar çeşitli isimler altında sürecektir.