Daha
dün gibi hafızamda canlılığını koruyor, 15 Temmuz hain darbe girişimi. Temmuz ayının bir cuma akşamında evimizde
televizyon izlerken sosyal medyada İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nün tek taraflı
olarak askerlerce kapatıldığı haberleri dolaşmaya başlamıştı. Yine sosyal
medyada bir darbe girişiminden bahsediliyordu. İnanamadım.
Ekonomimiz
gayet iyi gidiyor, bankalar batmıyor; enflasyon tek haneli rakamlara inmiş, işsizlik
günden güne azalıyordu. Temel insan hak ve özgürlükleri her geçen gün
iyileşiyor; kamuda, üniversitelerde hatta orta öğretim öğrencilerinde bile başörtüsü
problemi kalmamıştı. Dini inanç ve özgürlüklerde herhangi bir sıkıntı yaşanmıyor;
kimse kimsenin inancına karışmıyordu.
12
Eylül’ü on iki yaşında, 28 Şubat post modern darbeyi de öğretmenliğimin ilk
yıllarında yaşamış biri olarak 15 Temmuz hain darbe girişiminin yaşandığı
anlarda, ülkede darbeyi gerektirecek ne var diye kendi kendime soramadan
edemedim.
12
Eylül öncesi ülkede sağ sol, Alevi-Sünni çatışmaları yaşanıyordu. Kahvehaneler taranıyor, her gün haberlerde
ölüm haberleri ve buna benzer olaylar konu ediliyordu. Birden 12 Eylül darbesi
ile bıçakla keser gibi olaylar sona erdi. İnsanlar bir anlamda sevindi. Artık kimse kimseyi öldürmüyordu. Mademki bir gecede bu terör olayları durdurulabiliyorsa
niye daha önceleri meşru yollardan, askeri müdahale olmadan bu iş
engellenememişti. Ortamın kıvama hazır hale gelmesi beklenmişti(!)
Aynı
ortam hazırlanması 28 Şubat sürecinde de yaşandı. Bir günde ne olduğu belli
olmayan Aczimendiler, Müslüm Gündüzler, Ali Kalkancılar, Fadime Şahinler
türedi. Canlı yayınlarla evlerinde hazır basılmaya bekleyen insanlar basıldı.
Modern darbenin alt yapısı hazırdı, irtica hortlamıştı. Boncuk boncuk terleyen
zamanın Başbakanı Erbakan’ın elinden, yapılan darbeyle Başbakanlığı alındı.
Dernek
ve vakıflar Batı Çalışma Grupları tarafından denetlenirken Fethullah Gülen’in “Beceremediniz,
artık bırakın” açıklamaları gazetelere manşet oluyordu. İşin ilginç tarafı bu
süreçte bütün İslami dernek ve vakıflar kapatılırken Gülen’in hiçbir okul, yurt
ve dershanelerine dokunulmuyordu.
Zihnim
bu düşüncelerle uğraşırken gecenin ilerleyen saatlerinde haberler, bir kısım silahlı
kuvvet mensupları tarafından bir kalkışma olduğundan bahsediyordu. “Yurtta
Sulh, Cihanda Sulh” diye bir konsey tarafından korsan bildiri okutuluyordu. Kendimi
tutamadım, hırsımdan çatladım, yukarıda bahsettiğim ekonomik, temel hak ve
özgürlükleri düşünerek gözyaşlarıma mani olamadım, ağladım. Darbe demek;
ülkenin en az on yıl, yirmi yıl geriye gitmesi demekti.
Cumhurbaşkanımızın
halkı meydanlara davet eden konuşmasını beklemeden hemen çocuklarımla beraber
şehrin meydanına koştum. Meydana giden yollar her zamanki gibi canlı idi. Olağanüstü
bir durum belirtisi gözükmüyordu. Meydana indiğimizde, meydanın dakikalar
içerisinde sağdan soldan gelen yüzlerce insanla dolduğunu gördüm. Herkeste
hüzünlü bir o kadar da keskin, iradesine sahip çıkacak, demokrasiyi ve özgürlüğünü
ayaklar altına aldırmayacak cesur bir tavır gördüm.
Valimiz
M. İlker Haktankaçmaz henüz birkaç gün önce şehrimize gelmişti. Merkezde
bulunan Emniyet Müdürlüğü basamaklarına çıkarak güzel bir konuşma yaptı; daha
sonra da milletvekilimiz. O zaman anladık ki bu darbe girişimi hain FETÖ
elemanları tarafından planlanmıştı.
İnsanları
din ile kandıran FETÖ, bizim insanımızın vergileriyle alınan silahlarla bizim
insanımızı öldürecek kadar alçaktı. Adeta, Aytmatov’un romanında geçen kendi öz
annesini öldüren mankurt örneği burada kendini gösteriyordu. 251 Şehit ve 2196
Gazi vererek ülkesini savunan milletimiz, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde
uçurumun eşiğinden dönmüştü. Allah aziz milletimizi FETÖ ve onun dayandığı ABD
ve işbirlikçilerinden bir kez daha korumuştu.
15 Temmuz
hain FETÖ darbe girişiminde dik duruşuyla ülkeyi kan gölü olmaktan kurtaran
Cumhurbaşkanımız; Sezai Karakoç’un mısralarında ifadesini bulan “meyveler
sabırla olgunlaşırmış” dizelerinde olduğu
gibi Necip Fazıl’ın ve necip Türk milletinin özlemi; ancak müze olarak
kullanılan Ayasofya’nın, Danıştay kararıyla tekrar ibadete açılması
kararnamesini imzalayarak 86 yıllık bir hasreti vuslata çevirmiştir. Gençlik
yıllarımızda bizim de slogan olarak kullandığımız “Zincirler kırılsın, Ayasofya
açılsın.” dizeleri gerçekleşmiş oldu. Allah’a ne kadar hamd etsek azdır.
15
Temmuz’un dördüncü yıldönümünde duamız; Cennet vatanımızda bir daha darbelerin
yaşanmadığı; ilelebet özgür, bağımsız ve hür olarak yaşamak temennisiyle…