Cemil
Meriç çok değer verdiğim, sizi bilmem ama şahsen benim fikri hayatıma yön veren
birkaç yazardan biridir. "Bu Ülke" adlı eserini okumanız
tavsiyemdir.. İşte üsdatın hayatından kısa kısa kesitler.
Buyurun..
12
Aralık 1916'da Hatay da doğdu.. Aile, Balkan Savaşları esnasında Yunanistan’dan
geldiler.
Çocukluk
yılları pek parlak değil.
Babası
hep çatık kaşlı, annesi hep mızmız, kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol
dayak yemekte, hep hakarete uğramakta. Gözleri de 6 numara miyop, durumundan
bir hayli muzdarip..
Okumayı
4 yaşında söktü, ilk ve orta öğrenimini Arapça, Fransızca, Kur'an, tecvid,
ahlâk eğitimi de aldığı Reyhanlı Rüştiyesi'nde tamamlayan Meriç, ardından
Fransız idaresindeki Antakya'ya giderek Fransız eğitim sistemi uygulayan
Antakya Sultanisi'nde okudu.
İlk
yazısısı 1933'te "Yenigün" isimli yerel gazetede yayınlandı
1936'da
Pertevniyal Lisesi'ne geçti.
Meriç,
bir yazısında bazı hocalarını eleştirdiği için 12'nci sınıfta liseden ayrılmak
zorunda kalırken, aynı yıl Nazım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanıştı.
Geçim
sıkıntısı nedeniyle 1937'de gittiği İskenderun’un Haymaseki köyünde 9 ay
öğretmenlik yapan yazar, daha sonra sınavla girdiği İskenderun Tercüme
Bürosu'na reis muavini oldu.
1939’da
Reyhanlı’da komünizm propagandası yapmak ve bağımsız Hatay Hükümeti’ni
devirmeye teşebbüs etmekten hapse atıldı. İdam talebiyle yargılanan Meriç, iki
ay sonra beraat etti ve Hatay aynı yıl 29 Haziran’da Türkiye'ye katıldı.
Mahkemede
Marksist olduğumu haykırdığım zaman, tek işçinin elini sıkmış değildim. Sadece
namuslu olmak istiyordum. Korktuğu için sustu dedirtmemek için. Bir sığınaktı
Marksizm, bir kaçıştı. Bir yaşama gerekçesiydi, belki de inanıyordum
Marksizm’e. Eziliyordum, ezilenlerin yanındaydım.❞
Salah
Birsel ;“Gece gündüz okurdu. Bu yüzden gözlerinin gücünü her geçen gün biraz
daha yitirirdi. Ne var ki o buna hiç aldırmazdı. Odasında masanın üstüne
sandalyesini koyar, kendisi de sandalyeye çıkar ve kitabını ampule 30 cm
uzaklıkta okurdu. Bunu, elektrik ampulünü aşağı kadar iletecek kordona verecek
parası olmadığı için yapardı. Parasız oluşunun sebebi, eline geçen parayı
kitaplara yatırmasıydı.” diyor.
1942’de
İstanbul’da Fevziye Menteşoğlu ile evlendi. ❝Hayatım bir trajedidir. Birinci
perde evleninceye kadar geçen zaman. Yıldızsız, Allahsız, cıvıltısız, katran
gibi bir gece. Vıcık vıcık ızdırap. Birkaç şehri fethe yeten bir enerji yel
değirmenlerine saldırmakla harcanır. İkinci perde izdivaçla başlar. Daha büyük,
daha derin, daha uzun acılar. Fakat vahaları olan bir çöl bu ve göğü
yıldızlarla dolu, çocuklarım, kitaplarım…❞
Gözlerimi yani her şeyi kaybetmiştim. Tekrar
çarka takıldım. Ölümü bir münci olarak arıyordum. Meselelerimi ancak o
çözebilirdi, korkak olduğum için intihar edemedim. Vazifelerim bitmişti…
Beklediğim hiçbir şey yoktu. Yazdıklarım hiçbir yankı uyandırmamıştı. Ne
yazacaktım?❞
Doktorun
“Gözlerinizin açılması mümkün değil” sözleri üzerine, eşi Fevziye Hanım;
“Cemil
eşin olarak izin veriyorum, nereye gidersen git, yeter ki yaşa” der. Bunun
üzerine Hatay’a gider, kaldığı otelin lokantasında Lamia Hanım’la tanışır,
Jurnal’de yer alan mektupların başlangıcı o geceye kadar gider.
Lamia
Hanım o günden sonra Cemil Meriç’in hayatından çıkmaz. Eşi Fevziye hanım bu
ilişkiyi bilir, başlangıçta zorlansa da, sonraları eşinin hayatı sevmesi,
karamsarlıktan kurtulması, üretmesi için bu aşkı kabullenir. Jurnal 2’deki
mektuplar bu aşkın belgeleridir adeta.
“Arzularımı
susturamıyorum. Şımarığım, yaramazım alçağım. Sel yatağına çekilmedi henüz.
Mektuplarınla yaşıyorum. Garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle
kalkıyorum, ama yine de mütehassir (hasret çeken, özleyen)im, yine de… Lamiam
benim, bütünüm, kemalim,
..Lamiam.”
diye yazar.
1983’te
eşi Fevziye Hanım’ı kaybetti...Aynı yıl Ağustos ayında beyin kanaması geçirdi
ve sol tarafına felç indi. 13 Haziran 1987’de ise hayatını kaybetti.