İnsan yaşam döngüsü içerisinde sürekli bir gelişme gösteriyor.Bu gelişme
biyolojik ve fiziksel olmasının beraberinde teknolojik ve dijital boyutta da
hızla bir ilerleme gösteriyor. Özellikle digitalizm çağımızın en büyük
gözdesi durumunda. Her gelişme beraberinde sosyal değişimi de yanında
getiriyor.
Dijitalizm ile birlikte felsefeden uzak bir yaşam ön plana
çıkıyor ve doğduğu ilk andan itibaren dijital her şeye maruz kalan
çocuklarımız adeta “dijital yerliler”gibi büyüyor. Böylece büyük bir kuşak
farkıyla bırakın büyükbaba /büyükanneleri , ebeveynleriyle bile iletişim
kuramaz hale geliyorlar .Çünkü onlar farklı bir kültürün empozesi altında
geçmişten uzak büyüyorlar.
Oysa bizim zengin ve çok farklı bir kültür yapımız var.
Her bir mahallemizin ayrı tadı ve ayrı zenginlikleri var.Bu zenginliklerimizin
içindeki güzellikler bizi biz yapan değerler ile dolu. Bir selamdaki mutluluk,
bir merhabada ki gülümseme, hasret kaldığımız bir içten sarılma, bir mutlu güle
güle deyiş bizim para ile ölçülmez zenginliklerimiz. Öyle aramaya gerek
görmeden sılaya giderken yol üstündeki dostumuza çat kapı uğrayıp bir küçük
hediyeyle gönül almalarımız, böylelikle kaynaşan iki ailenin çocukları ve
babamızı kaybetsek bile baba dostlarımız var. Mahalle camilerinde okunan
selalardaki kulak kabartmamız, dinledikten sonra “Allah rahmet eylesin”
deyişimiz, falanın evinde düğün var “ Allah mesut etsin” temennimiz hep bu
zenginliğimizin parçası. Hele kapısını çaldığımız bir evin size iki kaş iki göz
arasında bir soğuk su, bir bardak ayranı altına peçete koyarak getirişi, hemen
otur şöyle bir çay demleyip deyişi, kırk yıl hatırdan çıkmayan kahve ikramı da
bu zenginliğimizin eseri. Hasta olanları ziyaret, askere gidene ve gelene ziyaret,
eli boş gidilmeyen misafirlikler, hoşgeldine gelen çocuklara cepleri
karıştırarak bir şeyler ikram etme telaşı bizim zenginliğimiz. Hele misafir
olduğunuz evin, hep kapısı kilitli, içerisi naftalin kokan mis gibi misafir
odasına sizi alması ve türlü ikramlarda bulunurken, evin kızına “sandıktaki
misafir fincanıyla getir kızım kahveleri” fısıldayışı da bir zenginliğimizin
ürünü.
Kapıda karşılanmak, dış kapıdan uğurlanmak ve bu uğurdaki hikmeti
bilmek,hatta kapı önünde bekleyen ayakkabılarınızın esas duruşta hazır halde
beklemesi bizim misafire ve insana hürmetimizin zenginliği, içtiğin çayı takip
eden, misafir bitirmeden ev sahibinin bitirmediği çay faslı bizim
zenginliğimiz. Sofrada ev sahibinin “hadi buyur, niye az yiyorsun, niye kötü
yiyorsun “ diye yemeğe teşvik bizim zenginliğimiz. Tatlı sohbetler, güzel
ikramlar, “tekrar buyurun “demeler, iftarlar, mangallar, partiler, günler ve
geziler bizim zenginliğimiz.
Biz aslında çok zenginiz. Biz tebessüm eden, gülen, gülmenin
sadaka olduğunu bilen gönül zenginiyiz. Bizim zenginliklerimizi gördüğümüz her
yerde, bizi biz yapan değerlere sahip çıkıyoruz aslında. Geleceğimize
sahip çıkıyoruz.
İşte bu dijital çağla önce filtrelenmiş fotoğraflarla “bizi”
kaybettik, şimdi ise dünyayı kavuran bir virüsle maskeli yüzümüzle
“mimiklerimizi” kaybettik.Belkide bu virüsle ne çok zenginliklerimizi
unuttuğumuzu da hatırladık .
Sağlıklı günlere döndüğümüzde şunu unutmamak gerekir ki,
zenginliklerini yaşatan ve çevresine yaşatan toplumlar geleceğe umutla bakar. Gözü
görür, kulağı işitir, eli ikram eder, yüzü güler, gönlü ile gönül alır,
küçüğüne saygı, büyüğüne sevgi, toplumsal ilişkilerde güçlü ve çevre bilincine
sahip olur.
Zenginliklerimizi yaşatalım ki, zenginliğin en güzel kaynaşma
olduğunu gelecek nesillere aktaralım.
Şimdi size dost elinden gül lokumlu bir kahve ikram ediyorum
sevgili okurlarım hoş kalın, mutlu kalın.
Selam ve dua ile ....