1924
yılının Mayıs ayında, Erzurum ve çevresinde şiddetli bir deprem meydana
gelir...
Bu
büyük yıkımın yaraları henüz taze iken, 6 Eylül’de daha büyük bir sarsıntı ile
oynar yer yerinden. 214 kişi hayatını kaybeder, 2.514 hane kullanılamaz hale
gelir, binlerce hayvan telef olur.
Atatürk bu büyük felaketin haberini yurt gezisi yaptığı esnada, Trabzon’da
alır. Derhal deprem bölgesine giderek incelemelerde bulunur. Yıkım büyüktür
ancak yaraların sarılabileceğine emindir Gazi. Asıl mesele halkın psikolojik
yıkımına çare bulmaktır.
Vatandaşa moral vermek için, kurmaylarının itirazlarına kulak
asmadan, birçok yeri çatlak olan Hükümet Konağı’nda geçirir geceyi. Gazi’nin
bölgede olduğunu öğrenen bölge halkı çözümün de yakın olduğunu farkederek az da
olsa rahat nefes alır.
Yıkılan
hanelerin tamiri ve yenilerinin yapımı için Atatürk askerlerin de görev alması
emrini verir. 37 günde tüm yaralar sarılır, depremin ardında bıraktığı izler
silinmeye başlanır. Ancak asıl sorun bölgedeki sefalet ve doktor eksikliğidir.
İsmet Paşa’ya derhal telgraf çekilmesini emreder.
“Buralara acilen doktor ataması yapın!”
İsmet Paşa konu ile yakından ilgileniyor olsa da İstanbul’dan Gazi’nin kulağına
gelen haberler O’nu öfkelendirir. Doktorların bir çoğu bölgeye gitme taraftarı
değildir..
Atatürk, İsmet Paşa’ya yeni bir telgraf çekerek tavrını ortaya
koyar.
“Tayin emrine uymayanlar için de gerekli muameleyi yapın! En hafif işlemin
vatan hizmetinden kaçtıkları için memuriyet ve mesleklerinden ilişkilerinin
kesilmesi olacağını bilsinler.”
Bu
telgraf emri sayesinde hükümetin bölgeye gönderdiği doktor sayısı binleri
bulur. Halk ilk defa karşısında gördüğü beyaz önlüklü kişilere teslim eder
kendini. Bellidir, çok zaman almadan düzelecektir her şey.
Gazi o esnada halkla görüşmek, onların isteklerini öğrenmek ve yüreklerine su
serpmek için bölgede dolaşmaya başlar. Kimi kaybettiği yakınına ağlarken, kimi
yıkılmış haldeki evine bakar hüzünlü gözlerle.
Gazi ihtiyar bir köylünün yanına yaklaşır.
“Depremden çok zarar gördün mü baba?” diye sorar. İhtiyarın gözleri derdin bir
değil bin olduğunu anlatsa da tek bir kelime çıkmaz dudaklarının arasından.
Gazi tekrar sorar:
“Hükümet sana kaç lira verirse zararını karşılayabilirsin?”
İhtiyar kendi şivesiyle:
“Valle Pedişah bilir..” diye cevap verir.
Atatürk gülümseyerek devam eder yumuşak bir sesle:
“Padişah yok baba. Onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?”
İhtiyar tekrar eder:
“Pedişah bilir..”
Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk kaymakama döner:
“Siz daha devrimi yaymamışsınız!”
O sırada görevini başarmış olmanın gururunu taşıyan bir ses tonuna sahip katip
atılır söze:
“Köylere genelge yolladık Paşam.”
Gazi’nin kaşları iyice çatılır, bakışları daha da sertleşir.
Kızgınlık ve bir şeylerin tamamlanmamış olduğunu görmenin hayreti içinde cevap
verir:
“Oğlum, Genelgeyle Devrim Olmaz!”
Halkın
sesi ise birdir:
“Sen geldin ya Gazi Paşa, biz bu köyleri yıkar, altından bile yaparız!”
Aradan
neredeyse bir asır geçti... Birileri Atatürk’ün anılarına sahip çıkıp
genelgeler yerine halka inerek devrimlerini yaşatmaya çalışırken, birileri de
büyük bir iş başardığını sanmanın basit sırıtışı ile O’nu yok ettiğini sanır.
Ancak halkın sesi yine birdir!
Yaşa Gazi Paşa!
Kıssadan hisseye gelince; Paylaştığım bu anektodtaki amacım:
2.5 milyon mini mini yavrumuz, bugün eğitim ve öğretim havuzuna o ilk mini
adımlarını attılar...Hayırlı adımlar olur inşallah...
Mini mini birlere, minik okul öncesi öğrencilerimize, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm hayatları boyunca unutmamaları gereken bir sözü
ile başarılar diliyorum:
"Yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır. Çalışkan
olmak.."
Bekir Eroğlu
Samsun
Kaynak:
*Atatürk ve Canyoldaşı, Nuri Conker.
** Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel.
*** Atatürk’ün Sofrasında,
Hikmet Bil.