Seksen beş yaşındaki Remzi Dayı bahçemin yanından geçerken
sabah daha alaca karanlık, güneş ışıklarını saldı salacak, ufukta sadece
kızıllığı görünüyordu.
Remzi Dayı selem vererek bana
doğru yaklaşarak, konuşmak istediği belli oluyordu.
Bir elini bahçe çitilerine
dayayarak, destek alarak konuşmaya başladı.
-
Hocam, köyün şu durumuna bakar mısın? Ortalıkta in
cin top oynuyor, kimsecikler yok. Eskiden biz bu saatte tarlaya varıp, güneş tepemize
dikilmeden koca bir yer biçer, sonrada biçtiklerimizi kağnıya yükleyerek harman
yerine getirirdik. Aha bizim oğlanlar çağırmasan öğleye kadar yatarlar. Davar,
mal aç mı, susuz mu demezler. Ben olmasam bunlar acından ölürler. Şu yaşımda
erkenden kalkıp işlerimi görmeye çalışıyorum. Sabahın şu erken güzelliğine
bakar mısın? Sabahın erken güzelliği ve akşamın geç sessizliği insana huzur
veriyor. Herkes bu zaman sessizliğinin huzurunu tatmalıdır. Maşallah, seni de gördüğüm
kadarıyla erkenden kalkarak sabahın huzurunu ve bereketini yaşıyorsunuz.
-
Doğru söylüyorsun Remzi Emmi. Şu gördüğün
bahçede babam on bir çocuğa bakardı. Ailenin fertleri bir arı kolonisinin iş
birliği içinde sabahtan akşama kadar çalışırdı. Tüm aile bir arada yerdik,
içerdik, inanın çok mutluyduk. Azıcık aşımız, dertsiz, tasasız başımız vardı. Bugün
hepimizin maşı var. Çocuk sayımız az olduğu halde evimizin ve çocuklarımızın
geleceğinden daha fazla endişe duyarak yaşıyoruz.
-
Hocam bu kötü gidişatın asıl sorumlusu
devletimizi yönetenlerin yanlış uygulamalarıdır. Şu gördüğün ovaya bakar mısın?
Buradan bakınca Kaman, Keskin, Delice, Yozgat görünüyor. Topraklarımız kırsal
bir arazi olsa da, verimlidir. Bizleri yüzyıllardır besliyor. Devlet istese
buraları sulu tarım yapacağımız bir duruma getirebilir. Elbette sanayi toplumu
olmalıyız. Yalnız sırf sanayi toplumu olacağız diye tarım ve hayvancılığı
bırakmamalıyız. Sanayide daha ileri gidelim derken günümüzde ne bir sanayi
ülkesi, nede bir tarım ülkesi olmayı başardık. Uygulanan yanlış tarım
politikalarıyla sonunda et, hatta saman ithal ederek, el kadar toprağı olan
Hollanda’ya imrenir duruma geldik. Atom bomban, uçağın olmasa yaşarsın da
yiyecek, içecek ve giyeceğin olmazsa fazla yaşayamaz el âleme muhtaç olursun.
-
Eskiler çalışarak yaşamanın ve bunu bir yaşam
biçimine getirmenin ne denli önemli olduğunu söylerlerdi. Şimdi insanları
şehirlere yığdılar, iş yok, güç yok. Herkes kolay yoldan, yaşamanın yoluna
bakıyorlar. Bunun için de şehirlerde hır, gür, itiş, kalkışların ardı arkası kesilmiyor.
Eğer köylerde geçimini sağlayacak bir düzen kurarsan en iyisi köylerimizdir.
Remzi Dayı’nın dediği gibi
insanlarımızın büyük bir kısmı çalışmadan yaşamanın yollarına bakıyorlar. Televizyon,
radyo ve gazetelerin haberlerine bakınca her gün dolandırıcı haberleri
görüyoruz. Bu insanlar akla hayale gelmedik yeni yöntemler üreterek kandırılamaz
dediğimiz insanları bile aldatarak inanılması güç rekorlara imza atıyorlar. Onları
görünce de diğer insanlar, özenerek aynısını yaparak yaşamaya çalışıyorlar. Hâlbuki
çalışmayı özendirici haberlere, toplumun her ferdinin ihtiyacı vardır.
‘’Kahvaltı hazır bahçeden bir şeyler alıp gelir misin’’ diye
çağrıldığımda güneş yeni doğuyordu. Tüm ağaçların gölgeleri kocaman olduğundan
henüz güneş bizi rahatsız etmiyordu.
Bu saatte kahvaltı yapmanın, hele
de kendi ürettiklerinle bir masa donatmanın ayrı bir tadı ve hazzının olduğunu
geç saatte kahvaltısını yapanlar pek anlayamazlar.
Bahçeden bir kavun, birkaç salkım
üzüm, domates, biber, yeşillik vb. benzer bir şeyler alıp geldiğimde sofra
bayağı zengin görünüyordu.
Aslında sofraya bu zenginliği veren
Âşık Veysel’in ‘’Sadık Yâri’’ olan ‘’Bir
çekirdek ektim Dört bostan verdi’’ dediği ’’ Kara Toprağı’’ idi.
Tabi oda çalışırsan çabalarsan,
toprak emeğinin karşılığını fazlasıyla veriyordu.
Allahlımıza şükrederek
kahvaltımızı yaparken Remzi Dayı’nın anlattıkları bizim kahvaltının sohbet
konusu oluyordu.
Sabah erken kalkarak tabiatı
gözlemleyip, tüm canlıların nasıl yeni güne hazırlandıklarını, kendilerince
çalışmalarını gördüğümüz zaman, bir şeyler üretip bir şeyler yapmanın mutluluğunu
ve huzurunu yaşıyoruz.
Sabahın ilk ışıklarıyla tabiatın
koynunda uyanık olursak ağaçların, kuşların, karıncaların, böceklerin yanında
iç içe yaşarken, aynı zamanda dünyanın sadece bizim yaşam alanımız olmadığını
görecek, bitkiler ve hayvanların da yaşamasına ve yaşam alanlarına büyük itina
ve saygı göstereceğiz.
İnanın böylece daha çok mutlu
olup, daha çok insan kalacağız.