Her şakada bir parça hakikat payı vardır. Her fıkrada da
biraz gerçeklik payı bulunur. Bazen çok uzun bir hakikat, kısa bir kıssa ile
ifade edilebilir. Edebî tabiriyle “kıssadan hisse almak” isteyene çok hakikati
en kısa yoldan ifade eder. Malum, bugünlerde yine Avrupa’nın o meşhur İslâm
düşmanlığı damarı depreşmeye başladı. Fransa ve onun, zihinsel gelişimini daha
tamamlayamamış çocuk ruhlu lideri Macron, akıl ve iz’anla izahı mümkün olmayan
söz ve fiillerine her gün bir yenisini ekliyor. Dışardan bakınca, bir devlet
başkanı nasıl böyle zırvalar dememek elde değil. İzahı zor olan bu söz ve
davranışlarını bir psikoloğa sorsak bize yüzlerce sayfada ancak anlatır.
Vaktimiz ve yerimiz dar. Belki gelen fıkra bu kişinin psikolojisini kısa ve öz
olarak ifade edebilir; Ermeni anne oğlunu, Türklerle savaşmak üzere cepheye
gönderirken öğüt veriyormuş: “Türkleri üçer üçer öldür. Üç tane Türk öldür,
sonra biraz dinlen. Sonra üç tane daha öldür biraz dinlen. Kendini fazla
yorma”. Oğlu, “anne, ya ben onları öldüremeden onlar beni öldürürse ne olacak?”
diye sormuş. Annesi; “o nasıl söz oğlum! Türkler seni niye öldürmek istesinler
ki?”
Peygamber efendimize karşı, Dinimize karşı, Türklere ve
Türklüğe karşı en ağır hakaretleri ediyor. Her türlü platformda Türkiye
aleyhine akla hayale gelmedik engelleme, ittifak, ambargonun içinde oluyor
sonra Sayın Cumhurbaşkanımız kendisine diplomatik lisanla geri zekalı deyince
“bu Türkler benden ne istiyor da böyle hakaret ediyor” diyerek büyükelçisini
istişarelerde bulunmak üzere Fransa’ya çağırıyor. Müslümanlar Fransız mallarını
boykot etmeye başlayınca “bu Müslümanlar da bizden ne istiyor ki mallarımızı
boykot ediyor? Hükümetler bunu engellemeli” diyebiliyor. Aynı fıkradaki Ermeni
anne gibi sürekli kendileri hâkim durumda olup bizleri aşağılayacaklar,
öldürecekler, malımızı gasp edecekler. Bizden ve alem i İslam’dan hiç karşılık
verilmeyecek. En ufak karşılık verince beyinleri sulanıyor, devreleri yanıyor.
Bunların karşısında eli mızraklı gariban Afrikalılar olacak, bunlar da ateşli
silahlarla bu mazlumları öldürecekler, ülkelerini işgal edecekler, mallarını
yağmalayacaklar, sonra da efendi rollerinde ortalıkta dolaşacaklar. En küçük
bir itiraz ve mukavemete tahammülleri yok. Dünya değişti, Türkiye değişti
takvimler çok değişti ama bunlar hâlâ kollarındaki saate bile bakmıyorlar.
Asırlar geçiyor, şartlar değişiyor ama bunlardaki bu mütekebbir, mağrur haçlı
ruhu değişmiyor.
Mesnevi’de, değişik şekilde nakilleri olan bir akrep-kurbağa
hikâyesi var. Bir yerde su yükselmeye başlamış. Bir adacıkta mahsur kalan
akrep; bir kurbağaya, kendini kurtarması için yalvarmış; “Ne olur beni sırtında
karşıya çıkar”. Kurbağa demiş; “sen beni yarı yolda sokar öldürürsün, sana
nasıl, güvenebilirim, nasıl yardımcı olabilirim?” Hikâye uzun... Akrep yemin
billah kurbağayı ikna etmiş. Kurbağa, akrebi sırtında karşıya geçirmiş, tam
indirirken akrep kurbağayı sokmuş. Kurbağa can çekişirken akrebe; “hem kalleş
hem alçaksın. Neden yeminini, sözünü tutmadın, iyiliğime kötülükle mukabele
ettin? Bari ölmeden bunu söyle” demiş. Akrep, “benim karakterim bu, yaratılışım
bu. Bunu değiştiremem, senin yaptığın iyilikle bunun alakası yok” cevabını
vermiş. Akrebin yerine al Fransız’ı, Yunan’ı, Ermeni’yi Amerika’yı hülasa haçlı
zihniyetli bu zorbaları koy. Huyları, karakterleri hep aynı. İstediğin kadar
iyilik yap, sırtında taşı, güven, inan. En küçük bir menfaat karşılığında
anında satıp arkadan vurmaya hazırlar. Bizden gelecek en ufak bir itirazı
anlamakta da zorluk çekiyorlar. Dünya, artık eski Dünya olmadığı gibi Türkiye
de artık sizin parmak sallayarak hizaya getireceğiniz bir ülke değil.
Mazlumun yanında, haklının arkasında, fakir halkların
gönüllerindeyiz. Bizim de huyumuz, karakterimiz, tıynetimiz bu. Alem i
İslâm’daki Türk muhabbetinin sebebi de bu. Asırlara dayanan bir tecrübeyle
sabittir ki Türk’ten zarar gelmez, Türkler arkadan vurmaz, Türkler kendi
zararına da olsa haksızın mazlumun yanında olur, düşene vurmaz, açı doyurur,
açığı giydirir. Sadece Müslümana değil, her millete karşı davranışı budur.
Tarihte bunun istisnası yoktur. Osmanlı’ya hasretin sebebi de bu. Temiz
sinelerdeki bu samimi dua ve talepler, bu ülkeyi yine layık olduğu mevkie
taşıyacaktır biiznillah.