Ne kadar güzel bir söylem, bilmiyorum demek. Bilmediğini
bilmek kadar erdemlik yoktur şu hayatta. Bilmediği ise bildiğini zannedenlerle
dolu etrafımız. Bilmediğini bilmemesi de ayrı acı verici bir durum. Bir de
bildiği bilgiyi, yanlış olduğunu bilmeden, eldeki doğrular ile savunması üzüntü
verici bir hal. Biraz karışık cümleler olmuş olabilir. Amma velakin tam manası
ile bildiğinden emin olan kişiler, icap ettiğinde müeddep bir şekilde
söylenmesi gerekenler ne ise az ve öz konuşurlar, kalbe tesirleri olur. Üslup da
çok önemli. Çıkan sözler ne kadar doğru olursa olsun, üslup olmaz ise karşıdaki
kişiyi yaralayabilir. Söz, üslup âlimde başka cahilde başkadır. Eskiler,
“üslûb-i beyân, ayniyle insân” yani üslup insanın kendisidir, derler.
Ağızdan
çıkan her sözün mükellefi söyleyen tarafından hesaba bir gün çekilecektir. Hz.
Ali (ra) der ki ”Söz çıkana kadar sizin eseriniz, çıktıktan sonra siz onun
esiri olursunuz.” Çıkan her sözden mükellefiz. Sabah kalktığımızda bütün
azalarımız dile yalvarırlarmış. Aman dikkat et senin cürmün küçük ama bizi
yakacak olan da sensin, saadete çıkaracak olan da sensin. İnsan ne çekerse
dilden çeker. İmam Gazali hazretlerinin bu meyanda ele aldığı kitaplardan
birisi de “Dil Belası” adlı eseridir.
İnsan
dilden ne anarsa, kimi kınarsa başına gelmeden ölmezmiş. Rabia el-Adeviyye
hazretlerinin yanında birisi dünyayı kötülüyormuş. Hazreti Rabia da sen dünyayı
ne kadar çok seviyorsun deyince, kötülüyorum ya nasıl sevgi bu deyince, insan
sevdiğini anar andığını sever, dil neyi çok anarsa oraya bağlanır. II. Selim
Han der ki “Yeğ tutursa ger zebân ser dahî tutar karar / Ne gelirse nîk ü bed
her kişiye dilden durur." Yani dil neyi anarsa baş oraya bağlanır. İnsana
gelen iyi ya da kötü şeyler dilden gelir.