Şimdiye kadar hep engelli insanların yaşadıkları zorlukları,
nelerle, nasıl mücadele ettiklerini, kimi zaman kamuda, kimi zaman bir firmada
nasıl 2.sınıf vatandaş muamelelerine maruz kaldıklarını, yeni bir bina, işletme
yada otopark yapılırken nasıl gözardı edildiklerini, iş için kapı kapı
gezerlerken ne şekilde rencide edildiklerini, sağlık raporlarındaki
haksızlıkları kaleme aldık.
Kimileri vicdanen kulak verdi,
hataları, eksiklikleri giderdi, yapılması gerekenleri yaptı...
Kimileri sırf ceza yemeyelim diye
yapmış olmak için usuleten işi kitabına uydurdu...
Kimileri de "bir de engelliyi
mi düşüneyim" tarzında ne hukûki cezayı dikkate aldı, ne de vicdanının
sesine kulak verdi.
Ceza bir kenara vatandaşlık
göreviyle, vicdanen, bir gün kendisinin de bir gün engelli olabileceği
prensibiyle hareket edip, bu olguyla hayatı kolaylaştırarak yardımcı olan
işletme sahibi, idari yönetim, vatandaş, her kim olursa hepsinden Allah razı
olsun...
* * *
Bu sefer ki yazımda da engelli
kardeşlerimizin ve kader arkadaşlarımın, yaşadığımız zorlu hayatın manevî
boyutuna değinmek istiyorum.
Hiçbir insan muhakkak ki
hayatta bir uzvunu kaybetmek istemez. Hangi insan kollarından, ayaklarından,
gözlerindan bir bedel karşılığında vazgeçer. Sadece bir şekilde kişi bunu
düşünemez; vatan uğruna cihad ederken...
Allah'û Teâlâ kendi
nûrûndan üfleyerek yarattıkları içerisinde en üstünü olarak insanı dünyaya
göndermiş ve kendisine ibadeti şart koşup akıl, fikir, nefis vermiş...
Elbetteki hepsi birer imtihandan
ibaret.
Kimi insanlar dünyaya yeni
gözlerini açtığı günden itibaren bu sınava tabii tutulurken, kimi de sonradan
başlarına gelen musibetlerle imtihana tutuluyor.
İşte bu durumda Bakara
Sûresi'nin 155. ve 156. Ayet-i kerimelerini hatırlıyoruz;
"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla;
mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri
müjdele!
/ Bakara-155
"Onlar, başlarına bir musibet
geldiğinde, "Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz"
derler.
/ Bakara-156
Peygamber Efendimiz (sav)'e
görme engelli bir kadın gelir. Kendisinin doğduğu günden bu zamana kadar
yaşadığı zorlukları anlatır. Etrafı, doğayı, çocuklarını her şeyi görmek
istediğini söyleyip, gözlerinin görebilmesi için Efendimiz'den Allah'a dua
etmesini ister.
Peygamber (sav) ise, bu engeline
sabır etmesini, isyana düşmediği müddetçe onu ahirette bekleyen müjdeleri,
cenneti anlatır. Bu duruma çok sevinen kadın; "ey Allah'ın resûlü, ben
şayet 100 sene daha yaşayacaksam bile varsın gözlerim açılmasın. Bana
müjdelediğin sonsuz hayatın sevinci yeter" diyerek evine gider.
Yüce dinimiz islamiyet, engelli
insanlara öylesine önem vermiştir ki, bu husus için Peygamberimize Allahû Teâlâ
tarafından ABESE SÛRESİ ile ikaz dahi gelmiştir...
Hadise şu şekilde vukuu bulmuştur:
Peygamber Efendimiz(sav)
Mekke'nin önde gelen müşriklerine islâmiyeti anlatıyordu. Üstelik o müşrikler
içerisinden en azından birisinin müslüman olmasını çok istiyordu. Tam önemli
bir noktaya gelmişlerdi ki, birisi ona ırarla soru soruyor ve sözünü kesiyordu.
O kişi, eşi Hz.Hatice'nin dayısının oğlu olan görme engelli Ümmi Mektum'du.
Peygamber Efendimiz, hayli
morali bozulmuş bir şekilde yüzünü ekşiterek diğer tarafa döndü. Ümmü Mektum'a
ise cevap vermedi. Fakat Allahû Teâlâ bu durumu hoş görmedi ve hemen o esnada
Abese Sûresini indirdi;
"3. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki
de o arınacak,
4. Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine
fayda verecek.
5. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince;
6. Sen, ona yöneliyorsun.
7. (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana
ne!
8,9,10. Allah'a karşı derin bir saygıyla
korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun.
11. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur'an)
bir öğüttür.
12. Dileyen ondan öğüt alır.
13,14,15,16. O, şerefli ve sâdık yazıcı
meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir."
Burada şu ayrıntıyı belirtmek gerekir. Peygamber
Efendimiz Ümmü Mektum'dan engelli olduğu için yüz çevirmemiştir. Sadece sohbeti
mühim bir noktadayken kesildiği için durumu hoş görmemiştir.
Bu ayeti kerimeden sonra Peygamber
Efendimiz Ümmü Mektum'un gönlünü almış ve onu kendisi olmadığı zamanlarda vekil
tayin etmiştir. Ayrıca kendisinin yanında Bilâl-i Habeşi ile birlikte
müezzinliğini yapmıştır. Hatta Kadisiye Savaşı'na katılıp sancağı bir an olsun
bırakmamış, aldığı yaralar neticesinde de Medine'de vefat ettiği
rivayetler arasında geçmektedir.
* * * *
Yani hayat sabırla şükür
arasında kaza ve kadere imân ölçüsünde geçmektedir. Yaşadığımız hayat elbet
zorlukları barındırıyor. Lâkin zorluk derecesi ne kadar yüksek olursa, başarısı
da daha değerli, mükafatı da daha yüce olacaktır...
Şunu iyi bilmek gerekir ki;
"YÜCE ALLAH(cc), SONSUZ MERHAMET VE ADALET
SAHİBİDİR"...
Tüm engelli kader arkadaşlarımıza
3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ vesilesiyle zorlu yaşam süreçlerinde kolaylıklar
diliyorum...
"MÜHİM OLAN, YÜREKLER ENGELLİ
OLMASIN!"...