2000
yılları başı. İki eğitim neferi, ikisi de bayan, ikisi de Ankara’da, ikisi de
aynı semtte.
Narşen, Ardahan nüfusuna kayıtlı. Ankara
ilçesinde ilkokul öğretmenliğine atandı. İşini ekmek teknesi sayarak benimsedi,
önemsedi. Eşinin işinden dolayı Ankara merkezde oturuyordu. Modern aile geleneğine,
Cumhuriyet ilkelerine bağlı, günlük gazete okuma sevgisi, “Öğretmen Tanrı
mesleğidir” hem de “aldığım ücreti helal ettirmem gerek” inancı, “fakir çocukların
eğitimi daha kutsaldır” düşüncesiyle öğrencilerini tutkuyla sevip çocuğu gibi
değer verdi. Üstün hizmet ve görev anlayışı içerisinde özveriyle işinde
çalıştı. Hayatı kolaylaştırmanın yolunu bulmak için mantıksal model geliştirdi.
Yakıtı az A sınıfı bir otomobil aldı. Yüksek
benzin masrafını, aynı ilçede görev yapıp Ankara merkezde oturan iki bayan
memurla anlaşıp yol masrafını azalttı. Hiçbir zaman evinin bulunduğu Ankara
merkeze tayinini istemedi. Halen aynı ilçede, aynı okulda 19. hizmet yılını
çalışmaktadır.
Nurşen, Ankara’nın başka ilçesinde Lise
öğretmenliğine atandı. Başka bir il nüfusuna kayıtlı ”Suyu üfleyerek içen” aile
geleneğinden, atandığı görev yerini uzak buldu. “Evim Ankara merkezde, olacak
iş değil, bunu kabul edemem” düşüncesiyle ikamet ettiği il dışındaki Kırıkkale
Devlet Hastanesinde çalışan yakını yardımıyla iki haftalık sağlık raporu alarak
birinci günü işine gitmedi. Raporu okula faks çekti. Okul Müdürü durumu
Kaymakama bildirdi, Kaymakam öfkeyle telefona sarıldı: “Devlet sana iş vermiş,
aş vermiş, seni adam sıfatına koymuş, daha birinci günü işine başlamadın.
Üstelik hileye başvurup sevk yaptırmadan görev mahallinin dışındaki bir başka
ildeki hastaneden rapor alarak suç işledin. Daha birinci günü bunu yaparsan
sana devlet güç yetiremez. Öğleden sonra görevine başlamadığın takdirde işine
son veriyorum.” Ülkemizde, her kurum ve kuruluşta çalışanla çalışmayanı,
bilenle bilmeyeni, iyi niyetliyle kötü niyetliyi birbirinden ayıran, vatana
hizmet aşkıyla dolu, cesur yürekli kaymakamlar, yöneticilerde vardı.
Birinci gün öğleden sonra istemeyerek
görevine başladı Nurşen. Ancak, “Bende Nurşen’sem bunun altında kalmam”
düşüncesiyle şeytani bir intikam planı düşündü. Kanundaki açıklara kafası iyi
çalışıyordu. “5-6 yıl çocuk düşünmüyorum” diye sağda solda konuşan Nurşen, bir
buçuk ayda hamile kaldı. Ve planı tuttu. “Daha önce düşük yaptım, düşük riskim
var hocam” dediği anda bir bayan istediği zaman rapor alabiliyordu. Kontrol
amaçlı raporlar aldı. Sonra rapor sayılarını çoğalttı. Rapor süresinde boş
durmadı. Bir siyasetçi yardımıyla Ankara merkeze tayinini çıkarttı. Üstelik
Devlet Memurları Atama ve Yer Değiştirme Esasları Yönetmeliğine göre iki yıl
dolmadan bir memur bulunduğu yerden başka bir göreve tayin olamaz hükmüne
rağmen. Siyasetçi mi! Yanlışa sahip çıktı, “ne kadar hizmetin var, tayinin
hukuka uygun mu?” diye hiç sormadı!
Ne yazık ki ülkemizde kötülükler
karşısında kanunlar bile bazen çaresiz kalıyordu. Kanunlar iyi niyetle
yapılıyor ama yanlış insanlar tarafından işlemez hale getiriliyordu. Bir bilge
“Kanun, kanundan korkanlar için yapılır” derken, Balzac ise “Kanun, güçlü
sineklerin delip geçtiği, zayıf sineklerin takılıp kaldığı örümcek ağıdır”
diyordu. Büyük siyasetçisi Winston Churchill ise bu tür kurnazları kastederek:
“Şark toplumuyla konuşurken kırbaç arkanda saklı tutacaksın.” tarihi sözü
söylüyordu. Ve toplum olarak ülkemiz
insanının büyük çoğunluğu emek ve alın terine dayanmayan imtiyazlı, ayrıcalıklı
bir yapıya kavuşmayı, torpili yani helal olmayan haram kazancı çok seviyordu.
Ülkemizde öğretmen: Yılda 252 iş gününün;
sağlık izni, yarıyıl tatili, yaz tatili, hafta sonu tatili, dini ve milli tatil
günlerini çık ortalama yılda 170 gün, bazıları ise günde 4-5 saat çalışmaktadır.
Milyonlarca çiftçi, amele, esnaf, işsiz, çaresiz, öksüz, yetim, hiçbir
güvencesi olmayanların bir ömür boyu 3-5 gün izni olmayanların güç şartlarda
ayakta kalmaya çalıştığı, bedeller ödediği bir ortamda bazı hizmetlerde
çalışanların hiçbir bedel ödemediği halde “ek gösterge isteriz” talepleri doğru
değildir, yanlıştır.
Bu gün ülkemizde en rahat durumda olan,
çoğunun ikinci evi, ikinci arabası, yazlığı, SGK güvencesi, öldükten sonra bile
geride kalan hak sahiplerine emekli aylığı, SGK güvencesi sağlayan; eğitim
ödeneği, ek ders ücreti, promosyon ödemesi, emekli ikramiyesi, Bes katkısı,
ömür boyu Sgk güvencesi, lojman, kreş vb. imkanı olan, Devlet krize girse bile
en önce aksamadan maaşını alan, bu yüzden milyonlarca insanın talep ettiği tek meslek
memurluktur. Yani tam garanti.
Ülke şartları, kişi başı ve
milli gelirimiz, binlerce metre yeraltında ölümle her an yüz yüze olup asgari
ücretle çalışan maden işçisine göre bunların aldıkları ücret normalin
üzerindedir. Çoğunun eşi de memur olan bu kişiler ayda net 13.000 TL’den yukarı
ücret almaktadırlar. Bugünkü ortamda iki fabrika çalıştır ayda bu kadar kolay
para kazanamazsınız. Öte yandan kırsala atanan memurlar atandığı gün Batı’daki şehirlerdeki
başka bir memurla nikâh yapıp (bir nevi yasal hileye başvurup) eş durumundan
tayinini aldırmakta, bu yüzden büyük şehirlerde binlerce norm fazlası öğretmen
bulunurken köy, kasaba, küçük şehirlerde öğretmen kıtlığı yaşanmaktadır. Ve
2019 yılına ait Sayıştay’ın: “Ülke genelinde 50 bin norm fazlası öğretmen var
ülkeye yıllık yükü 5 milyar TL.” raporu durumun yasal belgesidir.
Sonuç: Herkesin kendine her şeyi meşru
saydığı, yılda iki defa tatile gidenin, parası olanın bile şikâyetçi olduğu
ülkemiz öyle bir noktaya geldik ki kimse kendinden başkasını düşünmüyor. Bir
yanda bunca imkâna rağmen bir türlü memnun olmayan, hep bana-Rabbena diyen, maaşı,
devleti, sistemi, yönetimi, beğenmeyen bir yapı, öbür yanda işsizlikten intihar
eden yüzlerce insanımız. Yeterli besin alamayıp sütü gelmeyen, kundaktaki
bebeğine mama çalan parasız-çaresiz-başı eğik anne. “Analar insandır, biz insanoğlu”
diyen türkünün filozofu Neşet Ertaş, anaları kutsal sayan Dinimiz. Gece gündüz
çalışıp, sigorta primini kendi ödeyip mucize yaratan esnaf, hiçbir güvencesi
olmayan çiftçi. Ve Kırıkkale işçisi Ali Baloğlu isyanı: “Ülkemizde tehlikesi olmayan tek meslek memurluktur. Kardaşım karnına
kalem batıp ölen memur görülmemiştir.” Ötede, gazaba gelen Komünist yaftalı
şair:
Enver Gökçe -Uy Kirpi Kız Kirpi
Kırmızı ve parıltılı
ve narin
Bir kiraz dalı
ırgalandı
Has bahçenin içinde
Döktü çiçeğini bir bir
Ve gazaba geldi
Eğinli Bekir: Yıkılsın
İstanbul
Dedi yıkılsın İzmir
Lan hani benim ekmeğim
Bu ne bok kader
Toprağım yok, tarlam
yok.
Ne kadar
Toprak var dünyada oysa
Ömrübillah herkese
yeter
Irmağın üstünden
Bir sürü geçti allı pullu
|
Herhal meri keklik
Gider öyle gider.
Havada bulut
Havada alacakarga
Karganın ağzı var dili
yok
Bekir'in arkası yok.
Dedi karga: yok
Ahmed'in
de yok
Demiri eriten kömür
Yiğidi eriten kahır
Ölem desem ölemezsin
ki
Dünya dediğin de ne ki
Bir alabalçık
sökemezsin ki
Dünyanın halısı kilimi
çok
Bekir'in tarlası yok
|
Bir kirpi açıldı
dikeninden
Gelincik yüzlü!
Uy kirpi kız kirpi
Bekir'in tarlası yok
Dedi kirpi: yok
Mehmed'in de yok.
Munzur'un başı kar ile
duman
Bu belalı başınan
Kime gidem yavri
Avuçta yok elde yok
Bir çekirge atladı
Eğri bacağıynan
Çekirgenin ağzı var
dili yok
Bekir'in tarlası yok
Dedi
çekirge: yok
Zeyneb'in
de yok
|