Alparslan Türkeş’in çocukluğunun geçtiği Kıbrıs’ta İngiliz işgali
altında yaşamak zorunda kalmaları ve daha sonraki yıllarda askerî lise ve
akademide kazandığı tarih şuuru onun bütün benliğini etkilemiştir.
3 Haziran 1933 yılında esaret altında yaşamak
istemeyen Alparslan Babası Ahmet Hamdi
Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna ederek kız kardeşi Dervişe ile İtalya’ya
ait Viyana vapuru ile İstanbul’a gelirler.
Alparslan ilk iş olarak Kuleli Askeri Lisesine kaydolur.
1936’da Kuleli Askeri Lisesini pekiyi
derece ile bitirince o yıl İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış bulunan Kara Harp
Okulu ve Ankara yılları başlar. 1938'de Harbiye’den mezun olur, artık o Türk
ordusunun genç bir teğmenidir ve Türk milletinin emrindedir.
Üç yıllık Kuleli eğitimi ve İstanbul’daki hayatı
Alparslan Türkeş’in Türklük veTürk dünyası ile ilgili fikirlerinin oluşmasında,
mevcut düşüncelerinin pekişmesinde âdeta bir dönüm noktası olacaktır. Onun
Kuleli eğitimine başladığı yıl genç Cumhuriyet’in 10. yılıdır. Coşkulu bir
şekilde kutlamalar yapılmaktadır. Atatürk’ün Türklük ve Türk dünyası ile ilgili
dil ve tarih çalışmalarının olanca hızıyla devam ettiği yıllardır. Kuleli’deki
hocalarının çoğu İstiklal Harbi’ne, Millî Mücadele’ye katılmış sivil ve
askerlerdir.Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır.
Kuleli Askeri Lisesine girişini
sağlayan, önündeki bazı engelleri kaldıran da Fevzi Çakmak Paşa’dır. Okula
kayıt için bütün evrakları hazırlayarak babasıyla birlikte Kuleli’ye giden
Türkeş kayıt sırasında şöyle bir olay yaşamıştır:
“Beraberimde ortaokul diplomamı ve
pasaportumu götürmüştüm. Hadi Bey isminde bir binbaşı ile Muzafferettin Bey
adındaki Fransızca öğretmeni öğrenci kayıtlarında görevliydi.
Muzafferettin Bey bizi çok sert karşıladı.
‘Siz Türk değilsiniz, sizi asla kaydedemem!’ şeklinde tavır koydu.
Babam,bu beklemediğimiz çıkışma karşısında
çok bozuldu. Sonra… Muzafferettin Bey’le aramızda şu tartışma geçti:
-Biz Türk oğlu Türk’üz!
- Ama pasaportunuz, İngiliz pasaportu…
-Kabahatsizin, bizi İngilizlerin eline
bıraktınız!
-Çocuğunuzu kaydedemeyiz, buyrun gidin…”
Alparslan Türkeş ile birlikte dokuz öğrencinin dahi
kaydı yapılmamıştı. Diğer öğrencilerde Kıbrıs’tan gelmişlerdi. İzmir
Milletvekili Sırrı Bey, kendilerine yardımcı olma vaadi verdi. Sırrı Bey Fevzi
Çakmak Paşa’ya ulaştı… Önce geçici kayıt yaptılar, Türk vatandaşlığına geçince
de asli kayıt yapıldı.
Alparslan Türkeş’in “davanın ilham aldığı âlim” dediği
önemli bir şahsiyet Türkçülüğün sosyolojik temellerini ortaya atan Ziya Gökalp’tir. Gökalp’in 1913 Mart’ından itibaren
Türk Yurdu dergisinde yayımlamaya başladığı “Türkleşmek - İslamlaşmak -
Muasırlaşmak” başlığını taşıyan makaleler dizisi Türk milliyetçiliğini
sistemleştirmeyi amaçlıyordu.
İstanbul’da askerî okul öğrencisiyken tanıştığı Atsız
ve arkadaşlarının kendisine büyük etkileri olmuştur. Türkeş’in o dönemde Orkun
ve Atsız Mecmua gibi Türkçü dergilerde Kazganoğlu, Arslan, Tekin Arslan gibi
mahlaslarla yazılar yazdığını bilmekteyiz. Yine Harp Okulu yıllarında tarihe,
Türk tarihine ve edebiyata merakı iyice artmış, bu konularda hem okumuş ve
kendi kütüphanesini bu tür kitaplarla oluşturmaya başlamıştır.
Hüseyin Nihal Atsız ile Atsız’ın “komünist” ve “vatan
haini” olarak suçladığı Sabahattin Ali arasındaki “hakaret davası”nın Ankara’da
3 Mayıs 1944’te yapılan ikinci duruşması sonrasında başlayan tutuklamalar
Türkiye’de yeni bir dönemin başladığının habercisi idi. Devletin kuruluş
felsefesi olan Türkçülük âdeta suç ilan edilmiş, “Irkçılık ve Turancılık” adı
altında Türkçüler, Türk milliyetçileri bir biri ardına tutuklanmaya
başlamıştır. Erdek’te üsteğmen rütbesiyle Bölük Komutanı Vekili olarak görevli
bulunan Alparslan Türkeş de tutuklanan toplam 23 kişi arasındadır. İstanbul’a
getirilen Türkeş, 13 Haziran 1944 günü Tophane’de Merkez Komutanlığı Cezaevi’ne
bir hücreye hapsedilmiştir.
Türkeş, 20 Ekim 1944 günü mahkemeye çıkartılarak
sorgulandı. Mahkeme Savcısı Kâzım Alöç, Hâkim ise Cevdet Erkut idi. Türkeş’in
buradaki sorguda verdiği ifadelerden Atsızla tanışmasının Harp Okulu yıllarında
olduğu anlaşılmaktadır:
Atsız, Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının 1 Numaralı
Sıkıyönetim Mahkemesindeki muhakemeleri 29 Mart 1945’te sona erdi. 23 sanıktan
sekiz dokuz kişi beraat etmiş, diğerleri de on yıla kadar hapis cezaları
almışlardır. Türkeş’in cezası 9 ay 10 gündü. Temyiz’ gidilmiş ve 2 Numaralı
Sıkıyönetim Mahkemesi davayı 31 Mart 1947 günü sona erdirdi ve bütün sanıklar
hakkında beraat kararı verdi.
Sonrasında 1944 Türkçülük - Turancılık Davası, 1960 İhtilali,
Hindistan’a sürgün Türkiye’ye dönüş, 1965 CKMP, arkasından MHP. İşte MHP’nin
kurulmasıyla o güne kadar dergiler ve dernekler etrafında yaşatılmaya çalışılan
Türk milliyetçiliği, bir siyasi partinin programına girmiştir. Bu partinin
programı, millî doktrin Dokuz Işık ile temellendirilmişti. Dokuz Işık’ın ilk iki ilkesi “milliyetçilik” ve “Ülkücülük”tür.
Alparslan
Türkeş, siyasette bulunduğu sürece TBMM’de çok önemli kararlar aldırmış,
1960’lı yıllarda Milli Birlik Komitesi üyesi olduğu zaman Türk Dünyasını
aydınlatacak bir kuruluşa büyük ihtiyaç olduğunu belirterek Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü’nün açılmasında, gelişmesinde maddi ve manevi büyük desteği
olmuştur. Dış Türkler Bakanlığı’nın kurulması hakkında vermiş olduğu kanun
teklifleri hayata geçirilmiştir. Bunlar Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri
arasında kurulacak gönül köprülerinin ilk adımları olmuştur.
Atatürk’ten sonra Alparslan Türkeş’i de Tarih haklı
çıkarmıştır. 1989 başından itibaren Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa sosyalizminin
çökmüştür. Bunu gören iki liderde Türk
Milliyetçiliğinin önemli mihenk taşlarıdır.
Başbuğ’un 1992 senesi yazında yeni Türk
Cumhuriyetlerinin devlet başkanlarına mektup göndererek devlet başkanlarından
“Türk Devlet Başkanları Daimî Konseyi”, “Türk Ekonomik İşbirliği Konseyi”,
“Türk Dünyası İlimler Akademisi” gibi kuruluşların kurulmasına ve
geliştirilmesine tam destek verilmesini istemişti. Bunların bir kısmı siyasi
şartlara bağlı olarak hayata geçirilse de MHP’nin iktidarda olmamasından
kaynaklanan pek çok eksiklik ortaya çıkmıştır.
Alparslan Türkeş; 1993 yılının Mart ayında yapılan
“Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İş Birliği Kurultayının
açılış konuşmasında şunları söylemiştir:
“ Bugün, dünya üzerinde yaşayan 200
milyondan fazla nüfusa sahip Türk toplulukları olarak bizler de aramızda gerek
kültür, gerekse ekonomik ve ticaret alanlarını kapsayan sıkı bir işbirliği
kurabiliriz, kurmalıyız. Böyle bir işbirliğini gerçekleştirmemiz
vatandaşlarımızın hızla kalkınmasını ve refaha ermesini sağlayacaktır.
Türk toplulukları arasında yakınlaşma ve sıkı
işbirliğinin kurulması başkalarına hiçbir zaman zarar vermek ve saldırıda
bulunmak gayesini gütmeyecektir. Gerçekleştirilmesi istenen dayanışma ve
işbirliği faaliyetlerinin gayesi, dünyada barış içinde refah ve mutluluğu temin
etmek olacaktır. Türkler dünyanın hangi bölgesinde bulunurlarsa bulunsunlar,
başka milletten olana komşularıyla veya iç içe yaşadıkları diğer topluluklarla
dostluk ve iyi niyete, barışa dayalı yakın işbirliği içinde bulunmayı
istemektedirler. Bunu belirttikten sonra, Ruslarla sürmekte olan
münasebetlerimiz hakkında birkaç söz söylemek gerekli görülmektedir.
Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar birçok Türk
bölgeleri, Rus sömürgeleri olarak yaşatılmıştır; fakat 21. yüzyıla girmekte
bulunduğumuz bu dönemden itibaren bu durum değişmelidir. Türkler, coğrafyanın
ve tarihî olayların bölmüş olduğu çeşitli bağlantılar dolayısıyla Ruslarla
dostça ve insan haklarına dayalı, demokrasi prensiplerine uygun çok sıkı bir
işbirliği düzenlemelidir. Ruslarla kurulacak bu yeni münasebet düzeni başlıca
şu ilkelere dayanmalıdır:
Birinci ilke, mütekabiliyet ilkesidir. Her
meselede aramızda münasebetler aynı ölçü, aynı nitelik ve nicelik içinde
olacaktır.
İkinci ilke ise, içişlerine karışmama
ilkesidir.
Üçüncü ilke, münasebetlerde taraflar eşit
şartlarda ve eşitlik içinde bulunacaklardır.
Dördüncü ilke, taraflar daima eşit haklara
sahip olacaklardır.”
Turan
illerindeki önemli şahsiyetlerle ile birebir irtibat hâlinde olan Başbuğ
Türkeş; Elçibey, Resulzade Mehmet Emin Bey, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Zeki
Velidi Togan, Rauf Denktaş, Sadık Ahmet, Abdülkadir İnan vb. gibi dönemin
devlet adamlarıyla Türk Devletlerinin nasıl bağımsızlık kazanabileceklerini de
sık sık konuşmuşlardı.
Alparslan
Türkeş, hayatını büyük ve güçlü bir Türkiye için düşünme ve fikir üretmeyle
geçirdi. Bütün siyasi hayatı boyunca devlet adamı, ideal
adam tavrını her zaman özenle korudu. Ülkenin ve milletin menfaatini her
şeyin üzerinde tuttu. Ondan alınacak çok ders olduğuna inanıyoruz.
Alparslan Türkeş, ömrünü Türk
Milliyetçiliğine adamış sadece Türk milletinin değil tüm Türk Dünyasının
Başbuğu unvanına layık görülmüştür.
4 Nisan 1997 gününde Türkiye’nin
dört bir yanından insanlar akın akın Ankara’ya gelmişti. Nisan ayı olmasına
rağmen Ankara’ya lapa lapa kar yağmıştır. Adeta gökyüzü Başbuğ’u rahmetle
uğurluyordu.
Türk’ün, Türklüğün ve Türk
Dünyasının Başbuğu, Türk milliyetçiliğinin efsanevi önderi Başbuğumuz Alparslan
Türkeş’i vefatının 24. sene-i devriyesinde saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.
Mekânın cennet, ruhun şad olsun. Evlatların seni asla unutmayacak Başbuğum.