Mülteci
bir çocuğun gözünde gördüm imkânsızlığı. Nedenini bilmeden vatanını terk etmiş;
dilini bilmediği sokaklara, yabancı bir yere gelmiş. Yüreğindeki umutsuzluğunu
neyle dindireceğini bilmeden, bir yabancının tebessümle verdiği çikolatayla bir
nebze unutur belki mahzunluğunu. Belki ramazan ayında çorbasının yanında başka
yemek olarak imkânsızlığı vardı. Kader onu o yaşta büyütmüştü. Kocaman bir
insan olamaya başlamıştı. Onun nasibi buradaydı ama başkaları bu kadar nasipli
olamamıştı. Kim ne yaparsa yapsın onlar çocuktu. Bazı durumları hak etmeseler
de imkânsız bir hayatın girdabında boğulmaya mahkûmdurlar.
Ümran
bebek gibi üstüne bomba düşmemiş, Aylan bebek gibi dünyada bitmez tükenmez
oksijen olan ama sadece güç gösterisi için, sadece kapitalizmin yaşaması için
insanlar onu karanlık sulara terk edip onun nefessiz kalmasına neden oldular.
Sonra ne mi oldu? Biz Müslümanlar toplamda 313 kişi olamadığımız için Allahu
Teâlâ görünmeyen bir virüs ile dünyayı evlerin içine hapsetti. Bu virüs ile Yüce
Yaradan diyor ki bizlere "Sizler o masumların hakkını savunamadığınızdan,
onların haklarını El-Cabbar olan Allah Azze ve Celle korur."
Ramazan
bir nebze de bunun için gelmiyor mu? Mazlumun hâlinden anlamak için. Açın hâlinden
anlamak için. Yardımlaşmanın, infakın değerini bilmek için. Allah Azze ve Celle
diyor ki durumu iyi olanlara: "Ben sana mal mülk verdim, orada yoksulun
hakkı var, onu vereceksin. Ben senin elinle münasip gördüm. Bu meyanda Allah
Resulü (sav) diyor ki: "Veren el alan elden üstündür." Amma velâkin
vermek de her kula nasip olmaz. Sağ el verirken sol el görünmeyecek. Şekilde
infak ederken en güzeli, kendinize yakışanı vereceksiniz ki tam manası olsun. Mülk, dünyada kalıcı bir metadır. Amel sizin ile gelecek ahiret
parasıdır. Bol bol ahiret parası biriktirmek gerekir.